5 Ocak 2020 Pazar

Sevginin ve Kardeşliğin Adı


Çaresizlik sevdiğinizin ellerinizin altında her gün, her saat, her dakika kayıp etmesi karşısında sessizce çığlık atmaktır.

Çaresizlik örnek aldığınız, hayatınıza etki bırakmış sevdiğinizin bir daha hayatınızda olamayacağını hissetmektir.

Çaresizlik hayatın sizi günden güne onsuzluğa kabullenemeye zorlamasıdır.

Çaresizlik sevdiğinden ayrı düşmek ve yalnız kalmaktır.

Ve en önemlisi de her şeyden çok değer verdiğiniz canınızdan can olan ağabeyini kaybetmenin ne olduğunu kalbinizin en derininden hissetmenizdir. Yüreğinizi dağlayan, çığlıklarınızın yeri göğü inletmesine rağmen ölümün soğuk yüzünün gözünüzün önünde gitmemesinin adıdır çaresizlik. Ölüm sizin için yıkım iken, sevdiğiniz için kurtuluş olduğunu bilseniz de yüreğiniz sızlamaya devam eder.

Gözyaşlarınızın içinizi parçalandığını dile getirse de siz sessiz ve durgun bakışlarla hayata gülümsemeye devam etmek zorunda kalırsınız bazen. Çünkü sevdiğinizin umudunun ve gülüşünün sönmemesi için çırpınır etrafında pervane olursunuz. Bakışlarınızla bile kıyamazsınız. Doyamadığınız insanı yitirmeye doğru giden günleri aklınızda çıkaramazsınız. Hüzün her yerdedir. Etrafınızı kuşayan karanlık sizi boğar. 

Daralırsınız. Her şey üzerinize üzerinize gelir. Kaçmak, uzaklara gitmek istersiniz ama yerinizde donup kalırsınız. Gidecek yeriniz yoktur. Sizi siz yapan hayatla savaşırken, siz hayata tutundurmak istediğiniz sevdiğinizden önce ölmeye başlarsınız. Kendinize ait hayalleriniz, geleceğiniz ve anınız kül olmuştur. Nasıl olmasın ki canınızdan can olan sevdiğiniz solmaya başlamıştır. O solarken sizin geleceğiniz de solmuştur…

Bütün bunları Abdulaziz Karaköse’nin “Sabır mı Edeyim Şükür mü?” kitabının uyandırdığı derin etkiyi dile getirmek istedim.

Karaköse kalemini hayatından çok değer verdiği Abisini kaybetmenin kendisinde bıraktığı derin izler ve yaşanan dramı dile getirmek için mürekkebe daldırmış. Bu mürekkep o kadar samimi ve içten satırlara dönüşmüş ki anlatılanların bizi etkisi altına almaması imkânsız.

Karaköse ile biz de acıları yaşıyor, hastane koridorlarında gözlerimize hâkim olamıyoruz.

Karaköse içinde bulunduğu durumu o kadar sade ve anlaşılır dile getirmesi bizi de kuşatıyor. Heyecan ve hüzünle satırları aralıyoruz. Her satırdan derin bir nefes alıp veriyoruz. Boğazımız düğümleniyor. Bir yandan biz de bıraktığı hüzünden dolayı kitaba ara vermek isterken, diğer tarafından acaba ne oldu sorularıyla merakımıza yenilip, bir an önce kitabı bitirme arasında kalıyoruz.

Sevginin, kardeşliğin ve ailenin ne olduğunu Karaköse bize bir kez daha yaşanmış bir dramla hem hatırlatıyor hem de öğretiyor. Yozlaşan insanlara sevdiğinizin değerini yaşarken bilin dersini kalbinin acısıyla haykırmakta bize. Dünyanın geçiciliğine aldanmayın ve maddi olan şeyler gözünüzü kör etmeden etrafınızda size değer verenlere sahip çıkın mesajınızı bize verirken ki samimiyeti bizi saatlerce etkisi altına alıp, düşünmemizi ve kendimizi sorgulamamızı sağlamakta.Kitabın konusuna ve kurgusuna değinerek kitabın büyüsünü bozmak istemiyorum.

Karaköse “sabır mı” ve “şükür mü” metaforunu ancak kitabı elinize aldığınızda ve içiniz cız ettiğinde karar vereceksiniz. Yaşanmış olayları dile getiren kitapları sevenlerin, muhakkak okuması gerekiyor.

Osman Tatlı
osmantatli@gmail.com

2 Ocak 2020 Perşembe

Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak V


Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak V
Urfalı yazarların yazarlık haklarını dile getirmeyişleri, kendilerini ifade edememeleri ve pasif duruşları nedeniyle kendilerine gösterilmesi gereken saygı ortaya çıkmamaktadır. Bağırmazsanız kimse sesinizi duymaz ve yardıma koşmaz misali, sessizlik itibarsızlığı ortaya çıkarmaktadır.

Yerel yazarlara ilgisizlik sadece Urfa’ya özgü bir durum değildir. Kitap fuarları nedeniyle farklı illerde görüştüğümüz birçok yazar yerel kurumların ilgisizliğinden yakınmaktadır. Ancak birçok ilde rastladığımız bu durum Urfalı yazarlarla farklılık göstermektedir. Diğer birçok ilde yazarlar haklarını aramakta ve seslerini duyurmak için mücadele etmektedirler. Yerel resmi ve gayri resmi kurumlara baskı yapmaktadırlar. Bu baskılar sonucunda istedikleri gibi olmasa da en azından itibarlarını korumaya çalışmaktadır. İlgisizlik olabilir ama ilgisizliğe sessiz kalmak ya da kalmamak yazarın elindedir. Birçok ilde yazarlar kendi aralarında birlik olup, düzenli etkinlikler yapmaktadırlar. Çoğu bir dernek çatısı altında toplanmaktadır. Dernek çatısı altında kendi aralarında şiir okuma günleri, kitap okuma, sohbet etme, kendi çalışmalarını paylaşma gibi birçok etkinliği küçük gruplar halinde gerçekleştirmektedirler. Yeri geldiğinde de resmi kurumlardan taleplerde bulunmaktadırlar.

Urfa’da ise durum tam tersidir. Yazarlar bireysel olarak bile görüşmeye yanaşmamaktadır. Burada nedenlere değinmeye gerek yoktur. Urfalı olmanın getirdiği kişilik yapısının bir sonucu demek şimdilik yeterlidir. Yazarlar kendi aralarında birlik olmaması ve bireysel olarak da talep oluşturamamaları kenarda kendi hallerinde kalmalarına neden olmaktadır.

Resmi kurumlar kendi karşılarında organize olmuş bir yazarlar birliği de görmeyince doğal olarak harekete geçmemektedir. Resmi kurumları harekete geçiren bireyler ve sivil kurumlardır. Durduk yere kimse kimseye elini uzatamaz. Talep olmayınca da karşılanması gereken bir şey de olmamaktadır. Birileri çıkıp da biz talep ettik diye bilir. Resmi kurumlar kendi peşinde koşmayanların talebini kolay kolay karşılamaz. Talepte ısrarcı olmak gerekmektedir.

Urfalı yazarların mütevazı kişiliği ve yazarlık egolarının dışa vuramamasına neden olmaktadır. Halbuki yazarlık egosu karaktersizlikle birleşince rahatsız edicidir. Mütevazi kişiliklerde ego kişiyi harekete geçirir ve emek adına yapılan her davranış saygıyı hak eder. Diğer illerde gördüğüm ego Urfalı yazarlarda maalesef yoktur. Ego her zaman yanlış anlaşılmaktadır. Buradaki egodan kastımız hırstır. Bencilik değildir. Bencillikle ilgili çok farklı şeyler söylenebilir ama yeri şimdilik burası değildir.

Urfalı yazarların pasifliğinin bir nedeni ise, bazılarının memur olmasıdır. İkinci bir nedeni ise birey olmaları, siyasetin, cemaatlerin ve kavgaların dışında kalmak istemeleridir.

Sessizliği tercih eden yazar, bana neden ilgi gösterilmiyor demeye hakkı yoktur.
Sessiz kalan yazar kendisinin ezilmesine de göz yumar.
Yazar cesur olmalıdır. Aksi yazarlık değildir.
***
Son yazımızda Urfalı yazar Mehmet Acıoğlu’na değineceğiz. Acıoğlu’nun Lanetli Mühür ve Islak Umutlar diye iki roman var bildiğim kadarıyla. Yazar Lanetli Mühür kitabını şahsıma hediye etse de yoğunluğumdan dolayı okuma fırsatım şimdilik olmadı. Yazar kitabından bize bahsetmiş olsa da, okumadığım bir kitap üzerine yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Ancak yazarın son romanı olan Islak Umutlar kitabının editörlüğünü yaptığımdan, bu kitabına değineceğim.

Yazar kitaplarında sosyal olaylara dair söylemek istediklerini roman diliyle okuyucularına seslenmektedir. Nitekim Islak Umutlar kitabı hala güncelliğini koruyan, uzlun zamandır gerek siyasi arenada gerekse halk arasında tartışmaları devam eden Suriyeli mültecilere değinmektedir.

Yazar, Suriyeli bir ailenin evlerinni bombalanmasıyla Türkiye gelmelerini ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidişinin dramını anlatmaktadır. Yazar olaya tamamen insani açıdan ele almaktadır. Siyasi yönünü irdelememektedir. Konu insani olunca yardımlaşma, fedakârlık, aşk, ayrılık, özlem, ölüm, yalnızlık, evlat ve eş sevgisi, paylaşım ve kaynaşma gibi bize insanlığı hatırlatan; vatansızlığın ne olduğunu, insan deyince dinin, siyasetin bir kenara bırakılması gerektiğini değinmektedir…

Yazarın yaşanmış bir kesitte yola çıkarak anlattığı, insanlığın hepimize lazım olduğu gerçeğini bizi sıkmadan, akıcı bir dille okuyucuyu kendine bağlamaktadır… Suriyeli bir aile üzerinden Suriye konusuna farklı bir bakışla bakmak isteyenler kitaba göz atmalıdır.

Urfa’da yazar olmak ve yazarlık yazım serisinin sonuna geldik. Konuyla ilgili söyleyecek sözümüz bitmese de yazıyı burada noktalıyoruz. Dileğimiz bu örnek yazılar, diğer yazar arkadaşlarımızı da bu konularda yazmayı teşvik eder ve yazarlar hak ettikleri değeri görür, sorunlarına yetkililer tarafından çözümler üretilir.

Osman Tatlı
osmantatli@gmail.com

Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak IV


Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak IV

Geçen hafta Urfalı yazar Şahin Doğan ile ilgili kısa bir giriş yapmıştık. Bu yazıda da Doğan’ın kitaplarına kısaca değineceğiz, böylece yazarın düşünce yapısını ve dünyaya bakışını da öğrenmiş olacağız.

Doğan’ın son kitabı Ezeli Mağluplar kitabına değineceğiz.

Ezeli Mağluplar yazarın okuduğu yazarlara dair kimi eleştiri kimi methiye tarzında harmanladığı yazılarında oluşuyor. Yazıların bir sistematiği yok. Daha önce gazete, dergi ve web sayfalarında yayınladığı yazıların, yayınlanmış tarihiyle kitaba alınmış. Yazarın düşünce yapısındaki gelişimi görmek açısından önemli olabilir; ancak aynı yazarla ilgili yazdığı makalelerin farklı yerlerde olması okuyucu için bir dezavantajdır. Çünkü derli toplu bir bilginin önüne geçilmiş olmaktadır. Yazıların yayınlanma tarihlerine göre değil de, konularına göre makaleler sıralansaydı daha verimli olabilirdi. Tabii bu bir teknik eksikliktir. Makaleler bağımsız olduğundan roman okur gibi okumaya gerek yoktur. İlginizi çeken makaleleri dağınık da okuyabilirsiniz.

Kitabın en önemli eksikliği yazarın ‘Ezeli Mağluplar’ ifadesinden ne anlamamız gerektiğini belirtmemiş olmamasıdır. Yazarın da ‘Ezeli Mağluplar’dan neyi kast ettiğini de kitap boyunca anlamıyoruz. Ezeli Mağluplar’dan ifadesinde de yazarın net bir düşünce ortaya koymadığını anlamak zor değildir. Abdülkadir Satış’ın takdim/tanıtım yazısının başlığı ‘Ezeli Mağluplar ya da Hakikate Dair Sözler’ olmasına rağmen Ezeli Mağlup’tan ne anlamamız gerektiğine değinilmemiş, sadece yazarın değindiği bazı yazarlara dair düşünceler yere verilmiş. Bu konuya özellikle değinmemin nedeni kitabın kilit kısmını oluşturmasıdır. Yazar bir tespitte bulunmuş, hatta bir idea ortaya atmış; ama altını boş bırakmıştır…

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde Mağlup: “yenik, yenilmek; isteğine karşı duramamak, gerçekleşmemesi gereken bir şey için iradesizlik gösterip direnememek ve yapılmasını kabul etmek.” Anlamına geliyor ki sözcüğün anlamı herkesin malumudur. Ancak kitapta geçen düşünürlerin neden yenik olduğunu yazar bize bir türlü izah edemediği gibi, yazar kitabında birçok yazardan da övgü ile bahsetmektedir. Tabiri caizse takdir etmektedir. Şayet bu yazarlara takdire şayan ise, neden mağlup sınıfına alınmıştır? İkincisi yazar hala hayatta olan yazarları yenik/mağlup ilan etme cesaretini neye dayanarak göstermektedir? Haydi, yüzyıl önce ölmüş bir yazar, filozof için iyi kötü bir yargıda bulunulabilir; ama hala hayatta olan bir düşünür ve yazar hakkında yargıda bulunmak ve bir tanımın içine hapis etmek ne kadar doğrudur?

Diğer bir konu ise, neye göre bu yazar ve düşünürler mağluptur. Halbuki bugünün düşünce yapısının temelini atan ve hala etkisini devam ettiren kişileri nasıl mağlup ilan edebiliriz. Yine kitapta geçen Sezai Karakoç, Mustafa İslamoğlu, İsmet Özel, Ali Bulaç, Ahmet Altan vd. kişilerin şuan toplumda karşılığı olan yazarlardır. Takipçileri, sevenleri binleri bulan bu yazarlar neye göre mağlupturlar?
Yazarın değerlendirmelerinde mağlup olmaya dair bir ölçüsü yoktur. Mağlubiyet olumsuzluk bildirir, başarısızlık içerir. Hâlbuki kitapta geçen yazar ve filozoflar alanında başarılı ve kimi dünyaya, kimi Türkiye’nin sınırlarında kendilerini kanıtlamış insanlardır. Ayrıca yaşayanlar için kararı tarih verir. Ve bu tarih gelmemiştir.

Kitabın bu önemli eksikliğini bir kenara bıraktığımızda yazarın eleştiri süzgecinin hakkını vermek gerekir. Çözümlenen konularda yazar ciddi bir emek vermiştir. Kitapta geçen yazarların düşüncelerine dair sorgulamalar yapmak isteyenler için kitap örnek bir çalışmadır. Kimi yerde sert eleştiriler, kimi yerde methiyeler birbirine karışsa da okunmayı hak etmektedir. Bu kadar yazara dair eleştiri sunmak ve değerlendirmelerde bulunmak kolay değildir. Özellikle hayatta olan yazarlara dair yapılan değerlendirmeler cesaret ister. Herkesin herkesi kolladığı bir zaman diliminde tarafsız kalemlere ihtiyacımız olduğunu Şahin Doğan hatırlatmaktadır.

Yazarın: “Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa”, “Entelektüel Yalnızlık” diye iki kitaba daha vardır. Biz burada sadece bir kitabına değinmekle yetineceğiz. Urfa’nın mekânlarda yatan ölümsüz ruhunu hissetmek, şehrin kulağımıza fısıldadığı tarihin canlı şahidi evlerin, sokakların, camilerin bizi biz yapan kültürün izleri kulaklarımızda çınlayacaktır. Her gün gördüğümüz, dokunduğumuz ve adımladığımız sokakların farklı bir gözle görmek isteyenler için “Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa” kitabını okumayı unutmayın.
Osman Tatlı
osmantatlı@gmail.com

Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak III


Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak III
Urfalı yazarların kendi aralarındaki iletişim zayıflığı ve ortak bir mekânın olmaması iki önemli eksikliği beraberinde getirmektedir. Birincisi, okurlarla buluşmanın zorluğudur. Yazarların imza günlerinin düzenleneceği mekânların olması yazar ile okurları bir arayla getirecek ve söyleşiler için fırsatlar oluşacaktır. İkincisi ise, yazarların eleştiri mekanizmasına kapalı kalmasıdır. Yazar sadece kitap okuyarak kendini geliştiremez. Farklı yazarların ve okuyucuların eleştirileri, kitaplarına yönelik yorum ve değerlendirmeleri yazarların eksiklerini görmesini sağlayacaktır.

Ekonomik nedenlerden dolayı mekânların tahsis edilmesini büyük şehir belediyesi ve ilçe belediyelerin organize etmesi gerekmektedir. Belediyeye ait mekânlar bunun için değerlendirilebilir. İkinci bir görevde Türkiye Yazarlar Birliği Şanlıurfa şubesine düşmektedir. Yazarlar birliği sadece kendi üyeleriyle zorunlu toplantılar dışında da diğer yazarlarla düzenli iletişim halinde olmalı ve onlarla etkinlikler düzenlemelidir. Bunların en önemlisi imza günleri ve söyleşilerdir. Böylece Urfalı yazarlar hem tanınmış olacak hem de okuyucularıyla buluşma imkânı bulacaklardır.

Üçüncü bir önemli konu ise, Urfalı yazarlar yerel gazetelerdeki köşelerinde ve Web sitelerindeki köşelerinde Urfalı yazarların kitaplarına yönelik değerlendirme yazıları yazmalarıdır. Ayrıca yazarların önemli düşüncelerini gündeme taşımalarıdır. Böylece hem nitelikli bir tartışma ortamı oluşacak ve okuyucu içinde verimli yazılar olacaktır. Yazarların birbirine karşı nezaket ölçüleri içerinde birbirlerine yönelik eleştiriler ufuk açıcı olacaktır. Hiçbir yazar kendi köşesinde bencilliğe gitmemelidir.

Eleştirileri olgunlukla karşılamak gerekir. Burada kendi yaşadığım bir örneğe değinmek istiyorum. Urfalı bir yazar olan Müslüm Yücel’in “Türk Sinemasında Kürtler” kitabına bir değerlendirme yazısı yazmış ve kitapta gördüğüm bir eksiliği dile getirmiştim. Yazdığım yazıyı mail yoluyla yazara ilettim. Yazar o sıra yurt dışında yaşıyordu. Yazı için teşekkür ettiğini bildiren bir mail gönderdi ve Türkiye’ye gelince görüşmek istediğini belirtti. Aradan bir iki yıl geçtikten sonra yazarla İstiklal caddesinde buluştuk. Yazar kitabıyla ilgili yapmış olduğum eleştiri için teşekkür ettikten sonra kitapta dile getirdiğim eksikliğin nedenlerini tek tek izah etti. Sorun yazarın ilk iki bölümü kitaptan çıkarmış olmasından kaynaklanan bir eksiklikti. Ben de kitaba eklenmeyen bölümlerden dolayı anlatılan konun anlaşılmadığı ve konun eksikliğinden dolayı anlaşılmadığını ifade ettim. Yazara isterseniz düzeltme yazısı yazabileceğimi ifade ettim. Yazar buna gerek olmadığını, sadece soran olursa nedenini anlatırsınız, dedi. Yazarın bu olgunluğuna şaşırdığımı belirtmek isterim. Çoğu yazar kendilerine yönelik eleştiri kaldıramamaktadır. Ya küsmekte ya da eleştiri yapanı terslemektedir. Hâlbuki yazar kusursuz değildir. Yazdıkları da herkes tarafından kabul görme zorunluluğu yoktur. Nitelikli eleştirilere yazarın teşekkür etmesi gerekir.

***

Urfalı yazarları tanımaya devam edelim. Bu yazımızda deneme alanınca ciddi çalışmalara imza atan ve çok iyi bir okuyucu ve eleştirmen olan Şahin DOĞAN’a değineceğiz.

Deneme şiirin ikiz kardeşidir. Az sözle çok şey anlatmak zor zanaattır. Şahin Doğan bu zor bir alana yoğunlaşarak derdini anlatmayı tercih etmektedir. Yazdığı denemelerle sorgulayıcı bir üsluba sahip, sorgulatarak okuyucunun ufkunu açmayı hedeflemektedir. Okuyucusunu zihnini yormayı tercih eden yazar, böylece zihinlerde iz bırakmaktadır. Düşündürten yazılarda yazarın samimiyetini fazlasıyla hissedilmektedir. Cümlelerin sağlamlığı, sözcüklerdeki seçiciliği yazarın titiz çalışmasını yansıtmaktadır. Ayrıca Şahin Doğan’ın kitaplarını okuyacağınız zaman yanınızda sözlük bulundurmayı unutmayın, çünkü yazarın sözcük hazinesinin zenginliği bunu gerektirmektedir.

Şahin Doğan özgün tespitlerini okumuş olduğu kitaplardan ve etkilendiği yazarlardan alıntılar yaparak pekiştirmektedir. Doğan’ı okurken duymadığınız birçok kitaptan ve batı doğu düşünürlerin bilmediğiniz fikirlerinden haberdar olacaksınız. Doğan bu alıntıları denemelerini süslemek ya da dikkatleri üzerine çekmek için değil, eleştirmek için denemelerine konu edinmektedir. Düşünürlerin can alıcı fikirlerini yansıtan ve var oluşu anlamlandırmaya çalışan tespitler üzerinde sorgulayıcı bir üslupla okuyucuyu detaylara boğmadan meramını okuyucuya aktarmaktadır…
Devam edecek…

Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak II


Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak II

Yerel bölgelerden evresel kitaplara imza atmak zordur. Üslubun gelişmesi için iyi bir eğitim ve çok çalışmayı gerektirir. Ancak yerel yazarlar yazarlığı meslek edinmemişlerdir. Yazarlık ideali olan ve hobiden öteye geçememektedir. Çünkü yerel bölgelerdeki yazarlar gibi Urfalı yazarlarda geçimlerini sağlamak için bütün gün çalışmak zorundadırlar. Yorulan zihin ve beden geceleri birkaç saat ne kadar üretken ve özgün olabilir. Yazarlık çok okuma ile orantılıdır. İkinci bir orantı ise zihnin sürekli üretkenliğidir. Ancak geçim derdinde olan bir zihin düşünce üretemez. Aksine ekonomik kaygılar zihni tüketir. Düşünceye dair yüzeysel bir kırıntı kalır geriye. Bu da yazarları yerel sınırlara hapis etmektedir…

Öncelikle şunu söyleyelim Şanlıurfa halkı yazarlık kavramına yabancıdır. Urfalıların bakış açısı bir işi yapıyorsanız size çok para kazandırmalıdır. Size para kazandırmıyorsa o iş gereksiz ve saçmadır. Bu perspektifle bakıldığında Urfalıların gözünde yazarlık ve okuma gereksizdir. Boş iştir. Ben de okurum ve yazarım diye yazarlığı küçümseyen ve önemsizliğini vurgulayan çok söz duyarsınız. Bunu söyleyenler hayatlarında bir satır yazmamış ve okudukları kitap bir iki taneyi geçmemiştir. Ancak yazarlara karşı ve yazarlığa dair çok ahkam kesilirler.

Okumanın ve yazanların azlığı entelektüel ortamların oluşmamasına neden olur. Yazar adayları kendilerini geliştirecek ortamlar bulamazlar. En önemlisi kendilerine de bir ortam oluşturamazlar. Urfalı yazarlar da bir araya gelme, tartışma ve sohbet etme kültürü de yoktur. Her yazar kendi köşesinde kalem oynatır. Eleştiri ortamı olmayan Urfalı yazarların kalemi de böylece gelişmemektedir. Kendini tekrar eden yazılar, oturmamış üsluplar bunun sonucudur.

Parayı seven Urfalılarım kültüre yatırım yapılmaması ve yazarların önemsenmemesi şehrin gelişimini olumsuz etkilemektedir. Bunu aşmanın yolu Urfalı yazarların kişisel farklılıkları bir kenara bırakıp, bir araya gelmeleridir.

Urfalı yazarlar karakterleri gereği çok disiplinli bir çalışma içinde değildirler. Bunun bir nedenini yukarda değindik, iş hayatları olmasıdır. İkincisi kendilerini yazarlık konusunda disiplin etmemiş olmalarıdır. Yazar araştırmayı ve bol bol okumayı gerektirir. Üçüncüsü Urfalı yazarlar, kendilerini yazarlığa adamamış olmalarıdır. Yazarlığı bir nevi hobi, kariyer/saygınlık kazanmak ve edindikleri birikimleri dışa vurmaktır. Bunun dışında sosyal ve siyasi mesajlar için yazanlarda yok değildir. Sonuçta yazarlık idea için verilen bir bedel yoktur. Verilenlerde yetersizdir…

Urfalı birkaç yazara değinerek yazıya devam edelim.

Geçen haftadaki yazıda kültürel(gelenek, din ve sosyal yaşantı) değinme konusunda yazarların azlığına değinmiştik. Urfa’nın sosyal hayatına deneme ve hikâyelerle dikkatleri çekmeye çalışan, sağduyulu olmaya çağıran ve bunun acısını yaşayan ve okuyucusuna yaşatan ve sosyal sorunlara çözümler arayan Aysel Kelekçi Mezopotamya’nın Kırgın Çiçekleri” kitabı kendi alanında önemlidir. Kitabın evrensel olma bir derdi yok ama bölgenin ezilmiş, horlanan, ötekileştirilen, sömürülen kadınlarına ve işçilerine dair söyleyecek çok sözü vardır. Kimsenin değinmediği ve herkesin görmezlikten geldiği konuları gündemde tutmaya çalışan yazar bir ilki gerçekleştirmektedir. Yerel gazete ve TV’lerin, köşe yazarların ve yerel araştırmacıların değinmediği, belki özellikle görmezlikten geldiği konulara cesurca kaleme almaktadır. Her denemenin ve hikâyenin gerçekliği tartışılmazdır. Yazar bizzat olayın kahramanından hikâyesini dinlemektedir. Köylerde ve şehrin varoş semtlerinde kahramanların acı hayat hikâyelerini dinleyerek, kalemine sarılmaktadır. Bu açıdan takdir edilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Yazarı tanıyan ve kitabı okumuş biri olarak edindiğim izlenim yazarın da ötekiler gibi yalnızlığına terk edilmeye çalışılmaktadır. Valiliğin, belediyenin ve sivil toplum kuruşların desteklenmesi gereken bir kitap çalışmasıdır. Gerçeklerin sesini duymaktan korkmayan kaç cesur kurum vardır, bilemiyoruz. Dileriz ki benzer çalışmalar yerel diğer yazarlar tarafından da yapılır. Böylece kader kurbanlarına dikkatler çekilir ve çözüm yolları aranır. Kim bilir belki yozlaşmış bu kültür zamanla buzun çözülmesi gibi çözülür ve yok olur.

Haftaya Urfa’da yazar olmaya dair ve yazar Şahin Doğan’ın çalışmalarına değineceğiz.


Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak


Urfa’da Yazarlık ve Yazar Olmak
Giriş
Doğu özelde Urfa edebiyat ve felsefe için bulunmaz bir malzemedir. Urfa’nın özgün yapısı ve geçmişi ve bugünüyle yerelden evreselliğe nitelikli edebi ürünlere kaynaklık edebilecek gizli hazinelerle doludur. Bu hazine yaşanmışlığın acı ve hüzün dolu kareleri kadar umutsuzluğa, karamsarlığa ve yaşatılanlara rağmen iyimserliğin, umudun ve var olma hikayelerin renkli bir yansımasıdır. Kaderine terk edilen insanların çölün ortada kavurucu sıcaklara ve susuzluğun içini kavuran öldürücü etkisine rağmen durup dinlemeden suyu arama azimlerin tasvirleriyle doludur…

Her yazar yerelden evrenselliğe uzanan gizemli hazinen peşinde koşar. Hem kendi var oluşu hem de yetiştiği coğrafyanın var oluşu ile kalemini yüreğine bağlar. Ancak bütün bu renkli ve gizemli coğrafyada evrenselliği yakalayabilen bir Yaşar Kemal ya da Dostoyevski, Balzac yetiştirememiştir. Bu yazı bu soruyla yola çıkıldı, bütün eksiklikleriyle.

Şuan için Türkiye’ye ve dünyaya mal olmuş çağdaş bir Urfalı yazar yok. Ama yerel birçok kalem elinden gelen çabayı göstermektedir. Ancak istenen başarı ufukta görülmemektedir.

Urfa’da kalem oynatan yazarlar üç alanda çalışmalara imza atmaktadır. Birincisi siyasi konularda kişisel görüşlerden öteye gitmeyen gündeme dayalı, yerel gazetelere yazılan yazılardır. Bu da kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Birincisi yerel yönetimin çalışmalarına yönelik eleştiri ve çözümleri içeren güncel yazılardır. Bu yazıların çoğu da eleştiriden öteye gitmemektedir. Çözüm önerileri içeren yazılar azınlıktadır. İkincisi ise Türkiye’deki siyasi gelişmelere dair siyasi yazılardır. Bu tür yazılar kalıcılığı olmayan yazılardır. Kısa ömürlüdür ve edebi olmaktan uzaktır.

İkinci alanda yapılan çalışmalar ise, Urfa’ya dair hazırlanan kültürel kitaplardır. Daha çok Urfa’nın geçmişini ve kültürel yapısını içeren araştırma kitaplardır. Bu tür yazılar valilikler ve belediyeler tarafından ya doğrudan ya da dolaylı olarak desteklenen çalışmalardır. Şehrin tanıtımını içeren çalışmalardır ve tamamen yereldir. Evrensel ve edebi özellikleri yoktur.

Üçüncü ve en önemli kitap çalışmaların içeren ise, yerel kültürden beslenmeden ulusal ve evrensel konulara dair hazırlanan kitaplardır. Yazının konusuna da giren kitap çalışmaları da bunlardır.

Her yazarın hayalidir tanınmak ve kalıcı eserlere imza atmak. Bunun için yazarlar genel konuları tercih ederler. Klasikler incelendiğinde yakaladıkları başarının yerel karakterlere evrensellik katmayı başarabilmeleridir. Goriot Baba, Notre Dame'ın Kamburu, Raskolnikov ve daha nice karaktere baktığınızda karakterler yerlidir. Ancak yazarlarına uluslar arası bir ün kazandırmışlardır. Yerelden beslenmeyen yazarların kalıcılığı yakalamaları zordur. Tabii bu yerel karaktere felsefe, psikoloji, din, gelenekler gibi konularda derinlik katılmalıdır. Yereli bilmek kadar insanın var oluşunu içeren konulara da hâkim olmak gerekiyor. Var oluşa dair derinlik karaktere yansıtılmadığı takdir de bir edebi başarıdan söz edilemez. 
DEVAM EDECEKTİR.

Zehirli Sarmaşık Facebook

Sanal bir araç olan Facebook, gerçek hayata yön vermeye başladı. İnsanlar artık her şeyi Facebook üzerinden oluşan algıya göre düşünüyor ve karar veriyor. Kullanıcılar Facebook’ta kendilerine özgür ve özgün bir dünya oluşturuyor. Orada kendilerine ait dünya kurup, orada yaşıyor. Sarmaşığın her yeri kaplayıp ve oranın özgünlüğünü görünmez hale getirmesi, her şeyi sararak kontrol etmesi ve kendi rengini vermesi gibi Facebook da insan benliğini eline geçirmeye başladı. Giderek insanların kontrolünü ele geçiren Facebook aynı zamanda insanların hayatında da kök salmaya başladı. Kuşatılan benliklerin kendini Facebook’tan kurtarması zorlaştırmaktadır. Facebook her kesimi kendine göre kuşatmaktadır. İnsanlar bunu kabullenmeseler de farklı düşünceler ileri sürseler de bu gerçeklik ortadan kaybolmuyor. Aksine Facebook’un istediği gibi bir savunma içine girip Facebookla bağını devam ettirmektedir..

Çocukluğumuzun ve gençliğimizin hep bir hayali vardır. Bu hayalle uykularımız kaçar, bu hayaller rüyalarımızı süsler; bu hayallerle sürekli derin düşüncelere dalarız ve bu hayaller adına yaşama tutunuruz. Hayallerimiz peşimizi, biz hayallerimizin peşini bırakmayız. Hayallerimizi gerçekleşmese de hayallerimiz kalbimizde sürekli bizimle yaşar, arada zihnimizi ziyaret eder, maziye ve geleceğe gidip geliriz…

HAYALİM YAZAR OLMAK hayalinin peşinden inadına giden, hayalini yaşamak adına hayatla, kendinle mücadele edenlerin hikâyesidir. Hayali yazar olanların, hayallerine olan umutlarını tazelemeyi, yeşertmeyi umudunu dili döndükçe anlatmaya çalışmaktadır. HAYALİM YAZAR OLMAK hayali yazar olanlara yol arkadaşlığını arzulamaktadır. Ve yol arkadaşlığı arzusuyla kalem dile geldi. Sıkmadan, bunaltmadan, sadece gerekli yol azığıyla simurg yolcuğuna çıkıldı. Hayali yazar olanların, yazarlığa dair aklına, yüreğine takılan sorular açık, net cevaplar arandı, kalemin dili döndükçe çözümler sıralandı.


Hayalim yazar olmak, yazar adayının başucu olmaya aday olarak yazıldı. Yazmaktan, sorunlardan bunaldığınız zaman, umudunuzu tazeleyecek, mücadele azminizi ateşleyecek, içinizi ferahlatacak bir üslup ve içerikle kaleme alındı.


Hayalinizi yaşamak, yaşatmak istiyorsanız HAYALİM YAZAR OLMAK kitabını okumadan geçmeyiniz.

1 Ocak 2020 Çarşamba


Gölge Cinayetler: Farklı Kurgusuyla Bir İlk

Çoğu okuyucu okuduğu kitabın nasıl yazıldığına dair bir fikri yoktur. okuyucu için kitabın nasıl yazıldığı değil, kitabın iç ve zihin dünyasına ne kadar hitap ettiği ve kendisini ne kadar etkilendiği ile ilgilenir. Bu okuyucunun doğal hakkıdır. Nasıl yazıldığı yazarın sorunudur. Okuyucu yazılanlar üzerinden yazara hayranlık besler. Bu hayranlıkta yazarın okuyucuyla kurduğu empatinin güçlü olmasıyladır. Yani yazar okuyucunun dünyasıyla bağ kurmuş ve okuyucunun adına konuşabilmişse yazar okuyucu için özel demektir. Okuyucu da kendisi için özel olan yazara hayranlık duyar ve yazarın dile getirdiği çoğu şeyi de sahiplenir.

Buraya kadar bir sorun yok. Asıl sorun ise hayranlık duyduğunuz ve sahiplendiğiniz kitapların içinde duygu ve düşüncelerin yazara ait olmamasıdır. Böyle bir durumda ne yapardınız ve ne hissederdiniz.
Bu can alıcı soru karşısında “Gölge Cinayetler” kitabı “Hayranın olduğun yazar, kitapların yazarı değilse” alt metinle cevabını aramaktadır.

Daha önce Türkiye’de bir yazara dair bir polisiye kitabı yazılmadığı gibi yayıncılık sektörü ve kitap fuarlarına dair bu kadar detaylı bir çalışmada yapılmadı. Yayıncılık sektöründe çalışanlar, editörler ve orada olup biten komplolar ilk defa gün yüzüne çıkıyor bu kitapla. Aynı zaman Türkiye’de çoğalan kitap fuarların arka perdesinde merak ettiğiniz her şey akıcı bir dille anlatılmış. Şuandan eminim çok şaşıracaksınız ve inanmakta zorlanacaksınız. Burada değinerek kitabın gizemini bozmak istemiyorum.

Yazara dönersem: kitapları çok satılan, hayranlarının çoğu kadınlardan oluşan ve ilişkiler üzerine yazan fenomen yazarın öldürülmesinden sonra gelişen olaylar içinde en dikkati çeken soru ise bir yazarın neden, ne için öldürüldüğü kadar yazarın aslında kitaplarının kendisinin yazmadığıdır. Evet, burada kıyamet kopuyor. Onlarca kitaba imza atan, binlerce hayranı olan, sosyal medya fenomeni olan, yazarlık ve kitap okuma üzerine söyleyişiler yapan yazar nasıl olurda kitapların asıl yazarı olamaz.

Şimdi düşünün başınıza böyle şey geldiğini. Yazara deli gibi hayransınız ve takip ediyor, kendinize örnek alıyorsunuz. Aslında hayranlık duyduğunuz kitapları yazmamış olsun. Ne yapardınız, ne hissedersiniz?

Gölge Cinayetler de bunun cevabını arıyor? Ve şu sorunun sürekli altını çiziyor: kitabı kim, kimler yazdı? Kimdir bu gölge yazarlar? Evet, bazılarımızın çok duyduğu, bazılarımızın hiç duymadığı gölge yazarlık nedir? Kimler gölge yazarlık yapıyor? Ve en önemlisi kimlere gölge yazarlık yapıyorlar? Siz de merak ediyorsanız, Gölge Cinayetler’i okuma zamanınız gelmiş demektir.
Yazar, gölge yazarların yaptığının topluma yönelik bir cinayet vurgusuyla kitabı kaleme aldığı kesindir. Bir cinayet vardır: bu cinayetin kat edilen duygular ve düşünceler olduğu daha önemli bir konudur. Fenomenler tarafından kandırılan hayranların kat edilmesidir bu.

Karşımızda cesurca dile getirilmiş bir konu vardır. Bu konuda kendisi kitap yazmadığı halde, başkasının yazdığı kitabı para karşılığında alıp ben yazarım, benim kitaplarım diye ortalıkta gururla gezen, ikiyüzlü aldatıcıları dile getiren ve her sayfasında şaşıracağınız bir kurgusu ve üslupla yazılan kitabı bitirdiğiniz de okuduğum kitapların yazarı kim sorusunu kendinize korkarak soracaksınız.



Yazar Kimliği

Yazar düşünce işçisidir. Hassasiyeti bireyin ve toplumun ruhuyla özdeşim kurmasından gelir. Toplumun atan kalbidir. Bireylerin dile gelen sesidir. Yazar kendini topluma ve bireye adamışlığıyla vardır. Bireylerin ve toplumların var oluşunun simgesidir. Herkesten çok simurgtur. Hedefine varmak için çırpınan ama geleceğe dair umutla yeşeren iç dinamizme rağmen hüznün yumağıyla yaşar. Hüznünü derinliklerine gömerek, var oluşa rehberlik için çırpınır. Az dinlenmesine, az konuşmasına rağmen etkisi büyüktür. Karga seslilerin arasında dik duruşundan ve onurundan taviz vermez. Kargaların karanlığa çağrısına karşısın gözü ufukta güneşin doğuşundadır. Kalbi ufukta kızıllıktaki aydınlığa hasrettir. Kargaların kalabalığı ufku gölgelese de yazar gözleriyle değil, kalbiyle görür hakikati.

Yazar adı konulmamış gelecektir. Varlığını geleceğe adamıştır. Gelecek hem kendisinin hem toplumun var oluşundaki gizdir. Yazar geleceğin önündeki bilinmeyen denklemlere anlam vererek, öncülere hareketlilik kazandırır. Yazar geleceğe imzasını bırakarak aradığı huzuru bulmaya çalışır…
***

Yazar olmak merhametin, vicdanın, hakkın, adaletin ve benliğin süzgecinden geçmektir. Benliğini arandıran yazar, egonun bütün türevlerinden uzaklaşarak erdemliğin bayrağını omuzlar. Egonun esiri olmuşların kalem oynatması yazarlık ruhunu kavrayamamıştır. Uzakdoğu sinemasının dövüş sanatlarının ruhunu kavrayamamış ama iyi dövüşmesine rağmen kötü olmaktan kurtulamamış ve önüne gelen her şeyi Timur gibi yıkıp dökmesi ve ateşe vermesi gibidir. İyi yazmak egonun esirliğiyle yapılıyorsa, kalem celladın elinde kana bulanmış demektir. Asil yazar kalemini terazi ile ölçerken, kalem oynatanlar kanların akması için hizmet görür.

Egolu kalemler tutarsızlığı, adaleti ve hakkı önemsemez. Çıkarı ve menfaati gereği bukalemun gibi kılıktan kılığa gererek haz peşinden koşarlar. Okşanan egolarıyla kan gölünde banyo yapmanın zevkiyle çığlıklar atarak, yeri göğü inletirler. Mazlumun bakışlarındaki merhamet arayışına sürekli kamçılarını şaklatırlar.

Egolu yazarlar süslü cümlelerle halkla alay edercesine prim yapar. Leşe konan akbabalar gibi kavgaya tutuşurlar. Daha çok hangisi halkın gözünü oyacak diye. Halk ise süslü cümlelerle kendisine iyilik yaptığını sanır. Kendini bataklığın ortasındaki çiçeğe ulaşmakla kandırmaya alışmış kitleler daha derinlere gömülürken, egolular kenarda eğlenerek seyir eder. Bazen seyir etmek yetmez kafalara basarak oyunlar oynarlar.

Her şeyin taklidi ve katili olduğu gibi yazarında gölgesinde taklitlik eden ve halka mermi sıkan katil yazarcıklarda vardır. Unutulan ise katillerin sempatik göründükleridir. Kendilerini iyi kamufle eden yazarcıklar geleceğe dair bir beklentileri yoktur. Bugünün keyfini çıkarma derdindedirler. Geçmişten bugüne imza atan yazarların sırtında, bir karış açık ve bir türlü kapanmayan ağızlarıyla şirin görünerek kör testereleriyle bir katliam gerçekleşmektedirler.

At ve it izinin en çok karıştığı yazarlık alanında itlerin çoğunluğu ile at izlerin kayıplara karıştığı aşikârdır. Yazar kimliğinin yeniden tanımlanması ve yazar kimliğinin hak ettiği değerin görülmesi, en önemlisi yazar kimliğini kirletenlerin ayıklanması için gereken çabanın gösterilmesi gerekmektedir. Geleceğin karanlığa gömülmemesi adına Simurg yazar adayların artması ve seslerini yükseltmesinin zamanı çoktan geçmektedir.

Osman Tatlı
osmantatli@gmail.com

  Unit 42: Dijital Parmak İzi Sanal yani ikinci bir hayat/yaşam mecrasının kapısını sonuna kadar açan internet artık bizim beşinci organım...