Vedaya
5 Kala
Sensizlik
yüreğimin perdelerini yırtarcasına acı verse de, kalem yazmak için can atsa da
sana dair her harfin sevginin özlemiyle tutuşsa da kalbimi parçalayan sesi
karşısında keskin bir “Hayır” yankılanıyor, bedenimi bir titreme alıyor. Sensizliğe
alışmalı diyor adını koyamadığım bir ses de.
Hep
yanımda değilsin, diye başlayan sitem, kızgınlık, sinir ve öfke dolu sesin
kulaklarımda değil, kalbimin derinliklerinde yankılarken, sözcükler boğazımda
düğümlendi. Her cümlenin sana bir bahane, yalan, kaçmak bir cevap geleceğini
bildiğimden suskunluğum içimde kapanmaz yaralar açtığını farkına varamadın. Sessizliğime
yüklendikçe yüklendin. İki kelimeyi bir araya getiremeyişim, haklılığın
değildi. İçinde yaşadığın ve seni yansıtmayan anlık etkinin tesiriyle söylenen
geçici, gerçek dışı cümleler görmemdendi. Kendine gelince söylediklerinin
haksızlığını farkına varacaktır, dedim. Bunları kendimi sakinleştirmek için
sıralarken içime doğan hüznü, duygusal kırıklığı hiç farkına varmadın. Belki de
umursamadın. Çünkü o an sadece kendini düşünürdün. Sahi sevgin hiç iki tarafı
düşünecek kadar bir enginliğe sahip mi idi? Bu sorunun cevabı hep beni
korkuttu. Bu korku ile yaşamanın verdiği ıstırabı keşke yaşarak
öğrenebilseydin.
Ne
çok kullanırdın kötü günlerimde hiç yanımda değilsin diye. Her an ellerini
tutup, gözlerinden kalbine uzanan bakışlarından seni teskin etmek ya da
varlığımla içinde bulunduğun çıkmazın kapılarını aralamayı ne kadar arzu ettiği
mi hiç bilemedin. Bilmek yerine suçladın. İmkânları ve şartları bilmene rağmen
bunu yapmanı, duygusallığına ve güçlü birinin gölgesine ihtiyaç duymana
yorumladım. Ama ben hiç sana neden yanımda değilsin, diye sormadım, soramadım.
Sen yanımda değilsin, haykırışlarına sen neden yanımda değilsin diyemedim, bir
gün bunu anlarsın diye bekledim; ama anlamadın, umursamadın. Hep kendini
düşündüğünden, benim içinde bulunduğum durumu hiç hayal etmedin ve
düşünmediğinde bunu kendine soramadın. Sevgin bunu soracak olgunluğa geldi mi
bilemedim.
Ne
çok özür dilettirdin bana. Hep haklı çıkarırdın kendini. Kendini hiç
sorgulamazdın. Ben hep haksız olurdum, sen hep haklı. Sevgim doğru yaptığımı
bile yanlış kabul ettirirdi bana. Yeter ki üzülmeyesin. Yeter ki günün kötü
geçmesin. Özürler artmaması için suskunluğum arttı. Özürler aramızdakileri
sıradanlaştırmasın, her şeye özür bulaşmasın diye, susmak bilmeyen sitemlerine
suskuluğun eşlik etti. Sahi ilk günden sona güne senin hiç özür dileğini
hatırlamıyorum. Evet, bende hatalıyım, ben de istemeden yanlış bir şey
söyledim. Yanında olmam gerekirken olamadım “Özür dilerim” deyişine hasret
kaldım. Ama sen özür dilemeyecek kadar kendini kusursuz görürdün. Mantığın hiç
yanlış yaptığına ihtimal vermedi. Çünkü hayat ve ben senin etrafında
dönüyorduk, sen merkezdeydin. Sanırım hayatta, ben de seni fazlasıyla
şımarttık. Sana olan gönül bağlılığını farklı yorumladın ya da yeterince
anlayamadın. Hiç aynayı kendine çevirmedin. Çevirdiğinde de güzelliğinle
oynamaktan düşünecek başka bir şeye zaman kalmadı sanırım.
Kendini
hep haklı çıkarmak nasıl bir duygu? Haklı görünmenin verdiği hazzın tadı nasıl
bir şey, ben bilmiyorum ama sana sürekli yaşatılan haklısın handikabı sende
inanılmaz bir haz alma isteği uyandırmış. Senin de suçun yok, çünkü
etrafındakiler seni öyle alıştırmışlar. Aksi bir durumda saldırganlaşıyor,
köpürüyorsun. Haksız olduğuna tahammül edemiyorsun. İnsanın haksız
olabileceğine inanamaması kadar vahim bir durum var mıdır, bilemiyorum.
Bildiğim hayatın düz bir çizgi üzerinde ilerlemediği, düz gidilen hayat yolunda
anı virajların çıkmasıyla alt üst olan benliklerin kendini toparlamasının zaman
aldığıdır.
Nasıl
bir ruh halidir ki, dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünmek? Ergenlik ya da
toyluğun işaretidir insanın kendini kusursuz hissetmesi ve her şeye hakim
olduğunu düşünmek. Bütün bu anlayışlar olsa gerek de sevgiye yüklenen
anlamlarda bencil bir tutum yumağına dönüşmektedir. Üzücü olan da ikimizin de
bu yumağın içinde nefes alamaz hale gelmemizdir. Ama sen mutlusun, çünkü bu
yumağı ören sensin. Sen mutlu olunca, sandın ki herkes mutlu oluyor. Hayır,
senin mutluluğun herkesi mutlu etmiyor, sana mutlu rolü oynuyorlar. Tıpkı
maskelerle yanında dolaşmamız gibi.
Alışkanlıklar
keşke sadece bir yönümüzü bağlasaydı da sorunlarımız üst üste çoğalıp,
piramitlerin gizemine dönüşmeseydi. Bizi yöneten bencilliğimiz olunca,
bedenimizi ve ruhumuzu sarmalayanda dokunulmaz alışkanlıklarımız olmakta. Hep
değişimden bahsettin. Değişmemden dem vurdun. Hep aynısın deyip durdun. Peki,
sen hiç neden kendini değiştirmeyi düşünmedin. Hiç mi kusurlu yanın yoktu. Hiç
mi bastırılmış duyguların gün yüzüne çıkmak istemedi. Ama sen kendini saklama
konusunda uzman sanıyordu. Bilmiyor ve farkında değildin ki dışarıdan çok net
okunabildiğini. İnsan kendini gizemli sanınca, karşı taraftakileri hafife alır.
Bolca da yaptığın buydu. Biraz farklı olmak, insanı gizemli ve uzaylı
yapmadığını hayat sana indirdiği darbelerle hatırlatmaya çalıştı. Ama biraz
düzlüğe çıkınca bunu unuttun ve gizlediğin gözyaşların kurudu. Bilemedin ki
kuruyan gözyaşların kaynağının kaynamaya devam ettiğini.
Sona
doğru yaklaştığımızı hiç farkına varamadın. Hep benim istediğim şekilde olacak,
hep kontrol bende olacak anlayışın öyle baskın geldi ki, aramızdaki uçurumları
göremedin, görmek istemedin ve buna da inanmak istemedin. Kendini öyle
vazgeçilmez sandığından, kendi ellerinle yaptığın uzaklaştırma operasyonları
bile umursamadın. Çekim gücünün, dışına kimsenin çıkamayacağını düşünmen ne
kadar da üzücü durumlara yol açtığını, ancak kaybetmekle yüzleşeceksin. Tabii
bu kaybedişleri de egona kurban edeceksin. Ego ben istemiyorum diye yerle göğü
inletecek kadar sarsacaktır. Yine haklı çıkma ve mutlu olmanın tadını deniz
manzaralı sandalyende çıkarabilirsin. Ta ki kaybetmenin hüznü kalbini sarana
kadar.
Osman Tatlı
Sensizliğe Veda kitabından
osmantatli@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder