2 Şubat 2019 Cumartesi

Vedaya 5 Kala


Vedaya 5 Kala
Sensizlik yüreğimin perdelerini yırtarcasına acı verse de, kalem yazmak için can atsa da sana dair her harfin sevginin özlemiyle tutuşsa da kalbimi parçalayan sesi karşısında keskin bir “Hayır” yankılanıyor, bedenimi bir titreme alıyor. Sensizliğe alışmalı diyor adını koyamadığım bir ses de.
Hep yanımda değilsin, diye başlayan sitem, kızgınlık, sinir ve öfke dolu sesin kulaklarımda değil, kalbimin derinliklerinde yankılarken, sözcükler boğazımda düğümlendi. Her cümlenin sana bir bahane, yalan, kaçmak bir cevap geleceğini bildiğimden suskunluğum içimde kapanmaz yaralar açtığını farkına varamadın. Sessizliğime yüklendikçe yüklendin. İki kelimeyi bir araya getiremeyişim, haklılığın değildi. İçinde yaşadığın ve seni yansıtmayan anlık etkinin tesiriyle söylenen geçici, gerçek dışı cümleler görmemdendi. Kendine gelince söylediklerinin haksızlığını farkına varacaktır, dedim. Bunları kendimi sakinleştirmek için sıralarken içime doğan hüznü, duygusal kırıklığı hiç farkına varmadın. Belki de umursamadın. Çünkü o an sadece kendini düşünürdün. Sahi sevgin hiç iki tarafı düşünecek kadar bir enginliğe sahip mi idi? Bu sorunun cevabı hep beni korkuttu. Bu korku ile yaşamanın verdiği ıstırabı keşke yaşarak öğrenebilseydin.

Ne çok kullanırdın kötü günlerimde hiç yanımda değilsin diye. Her an ellerini tutup, gözlerinden kalbine uzanan bakışlarından seni teskin etmek ya da varlığımla içinde bulunduğun çıkmazın kapılarını aralamayı ne kadar arzu ettiği mi hiç bilemedin. Bilmek yerine suçladın. İmkânları ve şartları bilmene rağmen bunu yapmanı, duygusallığına ve güçlü birinin gölgesine ihtiyaç duymana yorumladım. Ama ben hiç sana neden yanımda değilsin, diye sormadım, soramadım. Sen yanımda değilsin, haykırışlarına sen neden yanımda değilsin diyemedim, bir gün bunu anlarsın diye bekledim; ama anlamadın, umursamadın. Hep kendini düşündüğünden, benim içinde bulunduğum durumu hiç hayal etmedin ve düşünmediğinde bunu kendine soramadın. Sevgin bunu soracak olgunluğa geldi mi bilemedim.

Ne çok özür dilettirdin bana. Hep haklı çıkarırdın kendini. Kendini hiç sorgulamazdın. Ben hep haksız olurdum, sen hep haklı. Sevgim doğru yaptığımı bile yanlış kabul ettirirdi bana. Yeter ki üzülmeyesin. Yeter ki günün kötü geçmesin. Özürler artmaması için suskunluğum arttı. Özürler aramızdakileri sıradanlaştırmasın, her şeye özür bulaşmasın diye, susmak bilmeyen sitemlerine suskuluğun eşlik etti. Sahi ilk günden sona güne senin hiç özür dileğini hatırlamıyorum. Evet, bende hatalıyım, ben de istemeden yanlış bir şey söyledim. Yanında olmam gerekirken olamadım “Özür dilerim” deyişine hasret kaldım. Ama sen özür dilemeyecek kadar kendini kusursuz görürdün. Mantığın hiç yanlış yaptığına ihtimal vermedi. Çünkü hayat ve ben senin etrafında dönüyorduk, sen merkezdeydin. Sanırım hayatta, ben de seni fazlasıyla şımarttık. Sana olan gönül bağlılığını farklı yorumladın ya da yeterince anlayamadın. Hiç aynayı kendine çevirmedin. Çevirdiğinde de güzelliğinle oynamaktan düşünecek başka bir şeye zaman kalmadı sanırım.

Kendini hep haklı çıkarmak nasıl bir duygu? Haklı görünmenin verdiği hazzın tadı nasıl bir şey, ben bilmiyorum ama sana sürekli yaşatılan haklısın handikabı sende inanılmaz bir haz alma isteği uyandırmış. Senin de suçun yok, çünkü etrafındakiler seni öyle alıştırmışlar. Aksi bir durumda saldırganlaşıyor, köpürüyorsun. Haksız olduğuna tahammül edemiyorsun. İnsanın haksız olabileceğine inanamaması kadar vahim bir durum var mıdır, bilemiyorum. Bildiğim hayatın düz bir çizgi üzerinde ilerlemediği, düz gidilen hayat yolunda anı virajların çıkmasıyla alt üst olan benliklerin kendini toparlamasının zaman aldığıdır.

Nasıl bir ruh halidir ki, dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünmek? Ergenlik ya da toyluğun işaretidir insanın kendini kusursuz hissetmesi ve her şeye hakim olduğunu düşünmek. Bütün bu anlayışlar olsa gerek de sevgiye yüklenen anlamlarda bencil bir tutum yumağına dönüşmektedir. Üzücü olan da ikimizin de bu yumağın içinde nefes alamaz hale gelmemizdir. Ama sen mutlusun, çünkü bu yumağı ören sensin. Sen mutlu olunca, sandın ki herkes mutlu oluyor. Hayır, senin mutluluğun herkesi mutlu etmiyor, sana mutlu rolü oynuyorlar. Tıpkı maskelerle yanında dolaşmamız gibi.

Alışkanlıklar keşke sadece bir yönümüzü bağlasaydı da sorunlarımız üst üste çoğalıp, piramitlerin gizemine dönüşmeseydi. Bizi yöneten bencilliğimiz olunca, bedenimizi ve ruhumuzu sarmalayanda dokunulmaz alışkanlıklarımız olmakta. Hep değişimden bahsettin. Değişmemden dem vurdun. Hep aynısın deyip durdun. Peki, sen hiç neden kendini değiştirmeyi düşünmedin. Hiç mi kusurlu yanın yoktu. Hiç mi bastırılmış duyguların gün yüzüne çıkmak istemedi. Ama sen kendini saklama konusunda uzman sanıyordu. Bilmiyor ve farkında değildin ki dışarıdan çok net okunabildiğini. İnsan kendini gizemli sanınca, karşı taraftakileri hafife alır. Bolca da yaptığın buydu. Biraz farklı olmak, insanı gizemli ve uzaylı yapmadığını hayat sana indirdiği darbelerle hatırlatmaya çalıştı. Ama biraz düzlüğe çıkınca bunu unuttun ve gizlediğin gözyaşların kurudu. Bilemedin ki kuruyan gözyaşların kaynağının kaynamaya devam ettiğini.

Sona doğru yaklaştığımızı hiç farkına varamadın. Hep benim istediğim şekilde olacak, hep kontrol bende olacak anlayışın öyle baskın geldi ki, aramızdaki uçurumları göremedin, görmek istemedin ve buna da inanmak istemedin. Kendini öyle vazgeçilmez sandığından, kendi ellerinle yaptığın uzaklaştırma operasyonları bile umursamadın. Çekim gücünün, dışına kimsenin çıkamayacağını düşünmen ne kadar da üzücü durumlara yol açtığını, ancak kaybetmekle yüzleşeceksin. Tabii bu kaybedişleri de egona kurban edeceksin. Ego ben istemiyorum diye yerle göğü inletecek kadar sarsacaktır. Yine haklı çıkma ve mutlu olmanın tadını deniz manzaralı sandalyende çıkarabilirsin. Ta ki kaybetmenin hüznü kalbini sarana kadar.

Osman Tatlı
Sensizliğe Veda kitabından
osmantatli@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  Unit 42: Dijital Parmak İzi Sanal yani ikinci bir hayat/yaşam mecrasının kapısını sonuna kadar açan internet artık bizim beşinci organım...