26 Aralık 2020 Cumartesi

 

Unit 42: Dijital Parmak İzi


Sanal yani ikinci bir hayat/yaşam mecrasının kapısını sonuna kadar açan internet artık bizim beşinci organımız oluverdi. Bedenin bir parçasına dönen internet ister istemez mahremiyetimizin/özelimizin en çok ihlal edilen alanına dönüştü. Gerçeklikten çok internette yaşanır olundu. Görünürde zararsız olan internette insan kendini daha özgür hissediyor. Bu özgürlük hissi çoğu zaman tedbirsiz hareket etmesine neden olmaktadır. Kendini savunmasız bırakınca da geriye kendine ait birçok şeyi bıraktığını farkına varamamaktadır. İnternete girişle kendine ait izleri bırakmaktadır. Geçmişi silmekle ya da eylemleri silmekle geriye bir şey kalmadığını düşüncesi tamamen bir yanılgıdır. İnternete girildiği anda herkes kendince dijital bir iz bırakmaktadır. Başka bir tabirle parmak izini bırakmaktadır. Görünürde silinen bu iz, aslında makinenin/cihazın/telefonun içlerinde varlığını korumaktadır. Resmi ve gayri resmi yollarla biz farkında olmadan bilgilere ulaşılmakta, depolanmakta ve zamanı gelince kullanıma açılmaktadır. En basit şekliyle açık cihazdan istendiği zaman kameradan izlenerek özel hayat ihlal edilebilmektedir. Birileri bizi gözetlerken farkında olmayış ve internetten gezinmeler risk teşkil etmektedir.

Sinema bize dijitalleşmenin risklerini görmemiz adına ve en önemlisi korku toplumu oluşturma adına algılarımızı yönetmektedir. Peki, riskler bilinmesine rağmen önlem alınıyor mu? Hayır, çünkü insanlar var olmak için internete ihtiyaç duymaktadır. Sanal dünyada insanlar daha kolay var olabilmektedir. Bunu da bilmektedirler. Bundandır internet vazgeçilmez olmuştur, beşinci organdır. Kendini gerçekleştiremeyen yığınlar için internet bir kaçış kapısıdır. Kendini gösterme, kanıtlama ihtiyacını böylelikle gidermektedir.

Dijitalleşme sadece var oluş uzamından ibarette değildir. İş ve sosyal hayatının bütün türevlerini de içermektedir. Böyle olunca da her ihtiyaç internet üzerinden giderilmektedir. Bu bir zorunluluğa hatta bir yaşam biçimine dönüşmüştür. Özel, genel her şey internetin depolarında yer edinmiş durumdadır. Bundan bir kaçış olmadığı gibi bundan korunmanın yolları da görünmemektedir. Teknoloji bunu zorunlu hale getirmiştir. Dolaysıyla internetle yaşamanın bir yolunu bilmeli ve ona göre klavye tuşlanmalıdır.

Dizilerin ekseni belli bir konuda ise temanın bütün detayları yüzeysel ya da derin bir şekilde ele alınır. İzleyici için avantajlı bir durumdur. Konu daha iyi ve kolay anlaşılır. Ele alınan konuda bilinç oluşur. Tabii bilincin yönü farklılık gösterebilir. Benzer içerikler sıkıcıda gelebilir. Bu da kurgunun özgünlüğüne bağlıdır. Kesin olan şey dizinin merkeze aldığı konuyu etraflıca işlemesi ve izleyicinin konu hakkında bilgi sahibi olmasıdır. Bilginin doğruluğu da yanlışlığı da ayrı bir tartışmadır.

Unit 42 dizisi işlenen suçları bilgisayar/internet bağlantılarıyla çözen polisiye bir dizidir. Polisiye film ve dizilerde olay yerinde katilin parmak izi, DNA’sı gibi suç mahallinde ipucular ararken Unit 42 dedektifleri doğrudan bilgisayara, tablete ve telefona yönelmekte, cinayetlerle ilgili kanıtları buralarda aramaktadır. klasik polisiye dizilerden farklı bir yöntemle cinayetleri çözmektedirler. Dizide parmak izi, DNA suçluyu ele verecek ipucular üzerinden durulmamaktadır.

Sezonun her bölümünde farklı bir cinayet konu edilmektedir. Dizi seri bölümlerden oluşmaması diziyi daha ilgi ile seyretmeyi kolaylaştırmaktadır. Her bölümde teknolojinin bir yönünü görme imkânı oluşmaktadır. Bilişim uzmanı dedektiflerinin nasıl çalıştığını, internetin görünmeyen yönünü öğreniyoruz. Şifrelerin ne kadar kolay kırıldığını, gizli sandığımız bilgilerin ne kadar kolay elde edildiğini görüyoruz. Şunu rahatlıkla görüyoruz nasıl ki parmak izimizi yok edemiyorsak internetteki dijital parmak izlerimizi de yok edemiyoruz.

Acımasızca işlenen cinayetlerin ortasında dizinin dikkat çeken aile dramıdır. Bilişim uzmanların başındaki dedektif Sam karısını kanserden kaybetmiş, üç çocuğu ile yalnız kalmıştır. Çocuklarıyla ile olan iletişimsizliği ve çocukların annesiz büyümenin zorlukları anlatılırken her şeye rağmen aile olmanın önemi ve aradaki sevgi öne çıkarılmaktadır. Annenin gerekliliği ve annesizliğin oluşturduğu boşluğu bir polisiye dizisinde bu kadar yerinde vurgulandığına rastlamadım. Dizinin Belçika’da geçtiğini ve vurgulanan aile içi iletişiminde Belçika kültürünü yansıttığını unutmamak gerekir. Bir benzerlik aramaktan çok ailenin önemini vurgulaması dikkat çekicidir. Bir erkeğin ölen karısına dair duyguları ve özlemleri de dizinin farklı bir yönüdür. Kan ve cesetler arasında aile olarak var olma savaşı veren Sam başarısızdır ve çocuklarıyla iletişime geçmekte zorlanmaktadır. Çocuklarına bakan kardeşi üzerinden iletişime geçme hatası yapmaktadır. Sam çocuklarından kaçmaktadır. Bu kaçış ve iletişimsizlik karısına olan ihtiyacını fazlasıyla hissettirmektedir.  Aynı zamanda Sam’ın sevgiye olan özlemini de ortaya çıkarmaktadır.

Sam iş ve ailesi arasında kalmış bir ruhu yansıtmaktadır. Bir tarafta acımasız bir hayat, diğer taraftan merhamet ve sevginin gerekliliğidir. İki zıt duyguyu bir arada tutmak ve birbirine karıştırmamak ne kadar zor olduğu ortadır. Kan ve cesetle dolu bir dünyada duyarsızlaşmamak imkânsızdır. Acımasız bir dünya bir insanda ne kadar merhamet ve güven bırakır ki. Kan ve ceset dolu bir dünyada sağlıklı bir psikoloji ile hayat bakmak kolay değildir. Özellikle katillerin peşinde koşan dedektif ve polislerin kendi özel sorunlarının altında ezildiğini de görünce durum karışık bir hal almaktadır.

Her şeyden önce insan kalabilmek aileye olan merhamet ve sevginin varlığıyladır. İki farklı dünyayı bir arada sunan dizi izlenmeyi hak ediyor.

 

Osman Tatlı

osmantatli@gmail.com

 


Tanrının Kitabı: Din Propagandası

Kutsal kitaplar, din, din adamları sinemanın en önemli temalarıdır. Bazen yermek bazen yüceltmek sinemanın kime, neden hizmet ettiğine göre değişmektedir. Önemli olan kitlelere istenen algının verilmesidir. Sinema çok düşünmesini sevmeyen kitleleri sevmektedir. Bundan dolayı sinema derinlemesine analizler, söylemler içine girmez aksine görünürde daha basit ve yüzeysel vurgularla muhatabını kuşatır ve etki altına alır. Sinema hiçbir zaman muhatabını boğacak söylemlerin içine girmez. Tercihte aksiyon eksenli filmlerdir. Tema ya da mesaj aksiyon filmlerin içine serpiştirilir. Böylece seyirci sıkılmadan filmi izlemesi sağlanır ve diyaloglarla istenen mesaj verilir. Bize basit ve sıradan, önemsiz gelen diyaloglar aslında filmin yapım nedenidir. Bazen sadece bir cümle filmin çevrilme nedeni olabilmektedir. Vurgular dikkat çeken sahnelere yerleştirilir. Öncesi ve sonrası iyi planlanır ki nokta atışı yapılabilsin. Örneğin Tanrının Kitabı’nda Solara ve Eli aynı oda da konuştukları konu gibi. Seyirci ikilinin farklı bir nedenle bir araya geldiğinin düşünmesi sağlanır. Yarı çıplak kadının verdiği mesajda düşünceyi destekler. Ama karşımıza tam tersi bir diyalog gelişir. Sahneye kilitlenen seyirci hazır hale getirilir ancak seyirci ters köşeye yatırılır. Bu ters köşe film yapımcıların istediği şekildedir.

İki saatlik bir aksiyon filmini bir tek tema etrafında sıkmadan ve merakla seyirciyi kendine bağlayan bir kurgunun oluşturulmasına şaşırmamak elde değil. Amerikalılar sinema yoluyla propagandayı çok güzel kullanmaktadır. Mesajın kurgunun içinde kaybolmasına izin vermeden, hatta kurguyu mesaja göre oluşturmaktadırlar.  Kurguda iki nokta vardır: birincisi kurgu önemlidir, diyaloglar da kurguya hazırlanır. Kurgu önemli olduğu için diyaloglar çok önemli değildir. İkincisinde mesaj önemlidir. Mesajın yerine ulaşması için kurgu oluşturulur. Kurgu mesajın etrafında döner. Tanrının Kitabı filmde kurgu mesajın etrafında döner. Kurgu âdete mesaj vermek için yazılmıştır. Silahlar, dövüşler bile mesajı pekiştirmek içindir. Seyirciyi tutmak ve mesaja doğru götürmek için gerekliliktir. Biraz da dikkat dağıtmak amaçlanır. Salt bir propaganda izlenimi vermemek adına bu önemlidir. Yoksa seyirci doğrudan tepkisel yaklaşabilir.

Sinema yapımcıları post apokaliptik, dispotik ve bilim kurgu sinemasında kurgudan ziyade oluşturulmak istenen algı önemlidir. Dolaysıyla kurgu hataları üzerinde çok durulmaz. Eleştirinin içine almamak gerekir. Olaylar arasındaki bağlantılar göz ardı edilebilir. Sıra dışı bir kurguda sıradan gerçeklik aramak doğru bir yaklaşım değildir. Tanrının Kitabı filmindeki kurgu tutarsızlıklarına bu perspektiften yaklaşmak gerekir.

Yalnız bir adam Eli, Tanrı tarafından görevlendirildiğini kendisine gelen seslerden inanmaktadır. Tek hedefi yine sesin direktifiyle bulduğu kitabı Batıya götürmektir. Batıda bir adres ya da coğrafi bölge yoktur. Ses bu konuda bir şey demediği için Eli otuz yıldır Batıya yol almaktadır. Elindeki kitabı batıya götürülmesi Batının kurtarıcı ve ilahi ışığın, mesajın Batıdan geleceğini işaret eder. Eli bir elçi, bir Mesih görevindedir. Kendini kitabın korumasına adamıştır. Kitabın güvenilir ellere ulaşmasını amaçlamaktadır. Sonrasına dair bir düşüncesi yoktur. kitabı kime neden teslim edeceğini bilemiyoruz, filmin son sahnesinde de kitabın kime, nasıl hizmet edeceğini cevabını alamıyoruz. Anlaşılan tek şey kutsal kitapların kötülerin eline geçmemesi için kütüphanede saklanacağıdır. Tabii kim iyi kim kötü ayrımı net değildir. Kitabı teslim alanların halk üzerinde kitabın etkisini kullanıp kullanmacakları da anlaşılmıyor.

Kitabın değeri kutsallığı ve bu kutsallığın halk üzerindeki etkisiyle halka istediğini yormadan yaptırabilmesidir. Nitekim kötü adam Carnegie kitabı önemini ve etkisini şöyle izah eder:“O lanet bir kitap değil aptal! O bir silah. Zayıflarla çaresizlerin kalplerini ve zihinlerini hedef alan bir silah. Bize insanlar üzerinde tam kontrol verecek. Lanet bir kasabadan daha fazlasına hükmetmek istiyorsak, kitap elimizde olmalı. Her yerden insanlar gelecek, sözlerim kitabın içindense dediğimi yapacaklar. Bu daha önce oldu. Yine olacak.  Lazım olan tek şey o kitap.”  "Tanrının adını anarak onun yarattıklarını yok ettiler. Bu kadar büyük bir savaşı başlatan bir kitaba sahip olduğumuzda bir kasabadan çok daha fazlasını yönetebiliriz. İnsanlar kitapta yazan her şeye inanır!" diyaloglardan anlaşılacağı üzere kitap inançtan çok, halkı kontrol etmek ve sömürmek için vardır. İktidarlar halka istediklerini kitap üzerinden gerçekleştirmek istemektediler. Kitap halkları uysal ve itaatkar hale getirmektedir. İktidar sahipleri kitaba olan inançları, kitap üzerinden halkı ne kadar idare ettikleridir. Kendileri kitabın getirdiklerine inanma ve itaat etme düşünceleri yoktur. filme göre imparatorluğa giden yol kitabın içindekilerle halkı yönlendirmektedir. O zaman silaha ve şiddite gerek kalmayacak, halk kendi kendine söyleneni yapacaktır.

Eli’ye göre de kitap kötü adamların eline geçmemesidir. Kitabın rehberliğinde yolculuk eder, kitabın verdiği olağanüstü yeteneklerle de kötü adamlarla baş eder. nitekim kitabın yazım dilinin körler alfabesi olması, Eli’nin de aslında kör olduğu düşüncesi bunu desteklemektedir. Eli kördür, kitap önünü aydınlatıyordur. Kitap onun gören gözüdür. Belki de körlüğü nedeniyle koku alma duyusu gelişmiştir. Ya da kitap kötü adamları tanıması için koku duyusunu geliştirmiştir. Tartışılan bir konu da olsa Eli’nin kör oluşundan çok, körler alfabesini bilmesidir. Geçmişine dair bir bilgimiz olmadığından Eli’nin körler alfabesini nasıl, nereden öğrendiğini bilemiyoruz.

Kitabın körler alfabesiyle yazılmış olması kutsal kitapların halkın anlamadığı bir dili yazılmasına göndermedir. Halkın okuma yazma bilmemesi de bundandır. Filmde geçen otuz yıl okuma yazmayı unutturacak bir süre değildir. Ki okuma yazma bilenler var. Kutsal kitapların halkın değil, belli bir kesimin elinde olduğunu ifade eden dil göndermesi yerindedir. Tarih boyunca kutsal kitapları belli bir zümre okumuş, yorumlamış ve halka anlatmıştır. Günümüzde de bu anlayış devam etmektedir. Günümüzde de kutsal kitaplar belli zümrelerin tekelindedir. Halkın anlamayacağı ve ancak kendilerinin anlayabileceğini sürekli empoze etmektedirler. Halka gelen kitap, halka yabancıdır ve dokunulmazlık kazandırılmıştır. Kutsal kitapların dilinin halka yabancılığı körler alfabesiyle izah edilmesi yerinde bir göndermedir.

Eli’nin Solara ile ilişkisi de kitabın mesajına uygundur. Kutsal kitap fuhuşu ve zinayı yasaklamıştır. Eli’nin Solara’ya dokunmamasını böyle anlamak gerekir. Eli kitabın emirleriyle yaşayan biridir. Bütün kutsal kitaplar zinayı yasaklar ve meşru olan evliliği önerirler. Filmin geçtiği dönem ve diğer kadınların çirkinliği, yaşlılığı yanında Solara güzel ve gençtir. Eli kendisine sunulan teklifi inancı gereği ret eder. Arzularının peşinden gitmez.

Film boyunca Eli kitaptan pasajlar okuyarak kitabın propagandasını yapmaktadır. Filmin son sahnesi de propagandanın zirvesidir. Çünkü diğer din kitaplarına göre daha ön plana çıkarılır. Din propagandası yapan film bunu kendi içinde yapması ve diğer kutsal kitaplarla bir kıyasa gitmemesi gerekirdi.

Final sahnesi kutsal kitapların yeri korunması gereken kütüphanelerdir mesajı vermiş olma olasılığı da unutulmamalıdır.

 

Osman Tatlı

osmantatli@gmail.com

8 Aralık 2020 Salı

 Aşk Tesadüfleri Sevmez

 

Aşk Tesadüfleri Sevmez


Aşk seven ve sevilenin kişiliğinden, karakterinden, geçmişinden, yetiştirdiği ortamdan, hayal ve beklentilerden bağımsız değildir. Aşkın gelişi habersiz olsa da benliğin bir parçasıdır. Aşk bilinç dışı gibi görünür, benlikle bağlantısı yokmuş ya da zayıf gibi görünebilir. Ancak kişinin kendi benliğini sorguladığı zaman aşkın parçaları bütünün içinde fark edilecektir. Dolaysıyla aşk bir tesadüf ya da olasılık içermez. Benliğinden kopuk yaşayanlar aşkı kendileriyle olan bağlantısını kavramakta zorlanır ve izafi kavramlarla izah etme ihtiyacı duyar. Tesadüflere bağlanan aşk kişilerin varlığını hiççe saymaktır. İnsanı nesne, aşkı özne yapmaktır ve insan iradesini, şuurunu kabullenmemektedir. Benliğinden habersiz kişilikler nesne olur ve aşkı özne ilan ederler. Aşk belirleyici olur. Hâlbuki aşk insan için vardır, insan aşk için var değildir. İnsanın değersizleştiği zaman ve mekânda aşk efendi olur, insan köle. Aşk belirleyici olursa buna tesadüf de denir, olasılıkta, şansta denir.

İnsanın içinde bulunduğu zaman ve mekân diliminde kendi var oluşunu okuyamadığında birileri kendi adına tanımlama yapar ve insanlar bu tanımın içine hapis olur. Kavramlara kendi tanımlarımızı yapamadığımız sürede hayatımıza başkaları müdahale edecektir. En çok müdahale edilen konu da aşktır. Sinemada aşkı kendi kalıplarıyla izah eder ve buna da “Aşk Tesadüfleri Sever” diye tanımlar.

Aşk nedenlerin sonuca giden bir zincirleme bağı vardır. Aşkın nedenler ağı görünmezdir. Bu görünmezlik bilinç yetersizliği yaşayanlar tarafından tesadüf olarak tanımlanır. Tesadüf kullanımı düşünme yetersizliğin delilidir. Kendini okuyanlar görecektir ki aşkın oluşumu kişiyi oluşturan parçalardan ibarettir. Hiç kimse rastgele kimseye âşık olmaz. Bu insanın tabiatına aykırıdır. İnsan kendine ait olanı arar, kendine ait olana ilgi duyar. İster farkından olsun ister olmasın bu gerçeklik değişmez. Aşkın tohumunu ve yeşerten toprakları keşif etmek gerekir.

Tanışmaların mekânsal ve zamansal döngüsündeki belirleyicilik, tercih ve ilgi kişinin bilinçaltının dışa vurumudur. Onca insan içinde neden bir kişi kendini farklı hissettirir, cazibesine kapılır, duygusal hareketlilik olur. Çünkü benlik kriterlerine uygun olanla karşılaşma olmuştur. Çoğu zaman diğerlerinden farklı olanı anlamayız. Ancak benlikten gelen sinyale karşıda duyarsız kalınmaz.  Kişi harekete geçer. Kişinin benliğinden habersiz yaşayışı bunu tesadüfe bağlar. Nedenler zincirindeki gizem çözülmedikçe de bu handikap devam edecektir.

Tesadüf olasılıkları içerir, aitlik duygusu içermez. Tesadüf doğru olanı ayırt etmede yetersiz kalır. Yanlış doğruların arasında kaybolmak, yarım kalmışlıklarla tükenmek tesadüf düşüncesinin ürünü olan tercihtir. Bazen yanlış tercihte ısrar etmek kişiliğin yetersizliğidir. Duyguların yüzeyselliği insanı yanıltır. Derindeki cılız ses aslında gerçeğin aslıdır. Ancak yüzeysel duyguların etkisi belki en önemlisi insanın kendisini iyi dinleyememesi/okuyamaması hatalar zincirini oluşturmasına ve sonra buna hakikatmiş gibi bağlanmasına neden olmaktadır.

Tesadüfler üzerine bir ilişki kurmak ve buna inanarak başlangıçlar kurmak bir tercih değildir. Aksine mecburiyettir. Kişi karşısına çıkana değil, kendine ait olana yönelmelidir. Arayışını bu eksene kaydırmalıdır.

Tesadüflere inanmak kişinin iradesini ve özgürlüğünü bir kenara bırakması demektir. Tesadüflere inanmak benliğini başkasının eline vermektir. Tesadüflere inanmak insanın kendine ait olanı tercih edemeyecek kadar aciz olduğunu göstergesidir.

Hayat yaşadığımız yörünge içerisinde(yani çevre/ortam, zaman, kişiliğin yapısı) karşımıza bize ait olan sevgilinin varlığını çıkartır ancak bunu yansımaların arasına gizler. Aslını ya da yansımaları tercih etmek bize kalmıştır. Yansımalar aslından parçalar/izler taşır. İşimiz zorlaşır. Tercihler burada çıkar. Bu hiçbir zaman yörüngemizin tesadüfler oluşturduğu anlamına gelmez.

 

II

“Aşk Tesadüfleri Sever” filmi önümüze iki farklı ilişki koymaktadır. Biri 1960’larda, diğeri 2010’lı(tarihleri yuvarladık, şimdi birileri motamot tarihlere takılı kalır) yıllarda geçmektedir. Yıllar farklı olunca ilişkilerde yaşananlarda birbirine benzemiyor. Belki filmin seyircisine kazandırdığı bakış açısı bu olmalıdır. İki farklı dönemde yaşanan ilişki ve aşk anlayışlarındaki derin uçurumu görme imkânı vermektedir. Tabii seyircinin eski aşklar, zamane aşklar ayrımı yapma anlayışına takılıp kalmaması gerekir. Aşkın yenisi, eskisi olmaz. Aşk kişilerin anlayışına göre şekil değiştirmektedir. Başka bir deyişle kişiler aşkı nasıl yaşarsa aşk öyle tanımlanır. Aşk insanları yaşamaz, insanlar aşkı yaşar. Eski, yeni aşk algısı seyircileri dönemlerin içine hapis etmekte, döneme göre aşkı düşünme ve değerlendirme yapmaktadır. Aşkı güzelleştiren ve kirletende aşkı yaşayanlardır.

Beyazperde de iki dönemde yaşanan aşka odaklanırken toplumsal ve bireysel değişimleri de görmekteyiz. Tabii bu görüş alanı yönetmenin dünyasından yansıyanlar olduğunu unutmamak gerekir. Aşk barın sınırlarına hapis eden, ilk tanışmada aşk diye cinselliği önümüze koyan yönetmenin anlayışıdır. Yoksa aşk soluğu yatakta almak demek değildir.

1960’ların aşkında tanıma, bilme, anlama ve hissetme vardır. Her ne kadar sınıfsal ve ırksal farklılıklar olsa da halkın içinden yansıyan bir aşkta yaşananların resmidir. İlk aşk ruhsaldır, bedensel değildir. Aitlik duygusunu yaşama vardır. İlk aşkta güvensizlik, şüphe, tereddüt yoktur. Tam tersi aşk ve aşkın getirdiklerinde tereddüt ve tartışmalar olmaz. Aşk üzerinden anlaşmaların aptallığı görülmez. Aşktan korkulmaz. Ayrılıklarda aşk etkisini kaybetrmez. Âşıklar birbirini yanlış anlamaz, birbirlerini suçlamazlar. Âşık olmanın mutluluğu ile kişiyi kabul etme vardır.

2010’ların aşkında tanıma, anlama, bilme, hissetme görülmez. Hoşlanmanın ilk etkileri cinselliktir. Beraberlik sürekli yatakta olmakla özdeştir. Yatak bir uyumu, aşkı, anlaşmayı, hissetmeyi ifade eder ki bunun gerçekçi olmadığı ve bir yalandan ibaret olduğu çok geçmeden ortaya çıkar. Güvensizlik kendini her konuda hissettirir, çünkü yaşanan aşk değildir. Aşk güvensizliği barındırmaz. İki tarafta birbirinden şüphelenecek kadar tetiktedirler. Bilirler yaşadıkları aşk değildir, cinsel hazzın cazibesidir. Cinsel cazibe kaybolunca, ilişkideki kirlilikte ortaya çıkar. Birbirini dinleme, anlamanın olmadığı görülür. Cinsellik dışında bir paylaşım ya da ortak bir yön göremeyiz. Yalanlar, bahaneler ve kaçışlar sürekli öne çıkar. Sözde âşıklar iç dünyalarını birbirine açamazlar.

En küçük sorunda birbirlerini suçlar ve yollarını ayırırlar. Çözüm üretmezler, çünkü aşkları egolarını aşamamıştır. Her ikisi bencildir. Sürekli bir korku ile yaşarlar. Aşk teskinlik ve huzur vermesi gerekirken, huzursuzluk ve korkuya neden olmaktadır. Birbirlerini hissetmedikleri içinde birbirlerini anlama ve zaman tanımada yoktur. Hemen birbirlerini silme anlayışı belirgindir.

Kerem’in sevmesini bilmiyorum serzenişi sürekli farklı kadınlarla kısa süreli ilişkilere sürüklemektedir. Kerem’de ölçü beraber olduğu kadınla aynı yatakta sabahlamaktır. Sabahlıyorsa sevmiş demektir. Sevmesini bilmeyen adam, kadınların duygularıyla oynamasını fazlasıyla bilmektedir. Kadınlara umut vererek, aşk sözcüklerin ardına saklanarak kadınlardan faydalanma yolunu iyi bilmektedir. Madem sevmesini bilmiyorsun, kadınları kendi pis çıkarın için neden kullanmaktasın sorusu sorulmalıdır. Ama sinemamız bu tür playboyları masumlaştırmayı sever. Böyle sevmesini bilmiyorum bahanelerle karakter haklı çıkar. Ama karaktersizliğinin üzeri örtmez. Tabii kadınların erkeğin fiziğine kapılıp kendini sevmeyen adam için kendilerini küçük düşürmeleri ve kendilerini kimliksizleştirmesi de gözler önüne serilmektedir. Bana dönecek söylemi, beklentisi kadının kendini bile bile ateşe atmasıdır.

Kerem ve Defne’nin aşkında söz etmek zor. Biz filmde bir aşk görmüyoruz. Sansürlenen ve sürekli yatakta iki kişiyi görüyoruz. Bar da dans etmek aşk olmasa gerek. Ortak duygu, ortak bir yaşam alanına dair bir gerçeklikten söz edilemez. Kerem’in sözde aşkı sevdiği kadını ve annesini kolaylıkla kovabilecek kadar yerlerde sürünmektedir. Âşık olduğu kadına saygı bile görülmez. Sevmeyi bırakalım bir kenara, misafirine böyle kabaca davranmak hakarettir ve kişiliksizliktir. Bakmayın babasının kazasında Defne’nin aramasında kapının önüne yığılıp ağlamasına. Sinemanın kurnazlığı burada devreye girerek dram havasıyla seyirci etki altına alınır. Yıllarca babasına acımayan bir evladın öyle bir mektupla akıllanması, duygusallaşıp pişmanlık duyması bir aldatmacadır. Türkiye sineması nedense trafik kazalarıyla karakterlerini acındırma duygusu içine itmektedir. Acımasız, saygısız, bencil bir karakteri bir mektup ve trafik kazasıyla değiştirmek ve aşkın yüceliğini kavratmak sinemamızın maharetidir.

Filmin en anlamlı ve dikkatte değer teması Sema’nın kızı Defne’ye teselli amaçlı unutmaya, kabullenmeye ve acının hafiflemesine dair söyledikleridir. Aşkın kişiyi yıpratmasının önüne geçmesi ve aşkın kendisini anlamaya yönelik cümlelerdir. Tabii bunun bir annenin yani aşkı yaşamış ve aşkın kendisini görmüş, kabullenmiş birinin söylemesi önemlidir.

Aşk Tesadüfleri Sever bize yeni bir şey vermiyor ve etkileyici bir yönü yoktur. yüzeysel aşk algısına sahip olanlar ve drama severlere hitap edebilir. Kurgusunun zayıflığı ve benzer filmlerle benzer sahnelerin çokluğu, özgün ve yeni bir şey sunamaması filmi sıradanlaştırmıştır. Bu sıradanlıkta filmin heyecanını öldürmektedir.

Osman Tatlı

osmantatli@gmail.com

  Unit 42: Dijital Parmak İzi Sanal yani ikinci bir hayat/yaşam mecrasının kapısını sonuna kadar açan internet artık bizim beşinci organım...