Aşk Tesadüfleri Sevmez
Aşk Tesadüfleri Sevmez
Aşk
seven ve sevilenin kişiliğinden, karakterinden, geçmişinden, yetiştirdiği
ortamdan, hayal ve beklentilerden bağımsız değildir. Aşkın gelişi habersiz olsa
da benliğin bir parçasıdır. Aşk bilinç dışı gibi görünür, benlikle bağlantısı
yokmuş ya da zayıf gibi görünebilir. Ancak kişinin kendi benliğini sorguladığı
zaman aşkın parçaları bütünün içinde fark edilecektir. Dolaysıyla aşk bir
tesadüf ya da olasılık içermez. Benliğinden kopuk yaşayanlar aşkı kendileriyle
olan bağlantısını kavramakta zorlanır ve izafi kavramlarla izah etme ihtiyacı
duyar. Tesadüflere bağlanan aşk kişilerin varlığını hiççe saymaktır. İnsanı
nesne, aşkı özne yapmaktır ve insan iradesini, şuurunu kabullenmemektedir.
Benliğinden habersiz kişilikler nesne olur ve aşkı özne ilan ederler. Aşk
belirleyici olur. Hâlbuki aşk insan için vardır, insan aşk için var değildir.
İnsanın değersizleştiği zaman ve mekânda aşk efendi olur, insan köle. Aşk
belirleyici olursa buna tesadüf de denir, olasılıkta, şansta denir.
İnsanın
içinde bulunduğu zaman ve mekân diliminde kendi var oluşunu okuyamadığında
birileri kendi adına tanımlama yapar ve insanlar bu tanımın içine hapis olur.
Kavramlara kendi tanımlarımızı yapamadığımız sürede hayatımıza başkaları
müdahale edecektir. En çok müdahale edilen konu da aşktır. Sinemada aşkı kendi
kalıplarıyla izah eder ve buna da “Aşk Tesadüfleri Sever” diye tanımlar.
Aşk
nedenlerin sonuca giden bir zincirleme bağı vardır. Aşkın nedenler ağı
görünmezdir. Bu görünmezlik bilinç yetersizliği yaşayanlar tarafından tesadüf
olarak tanımlanır. Tesadüf kullanımı düşünme yetersizliğin delilidir. Kendini
okuyanlar görecektir ki aşkın oluşumu kişiyi oluşturan parçalardan ibarettir.
Hiç kimse rastgele kimseye âşık olmaz. Bu insanın tabiatına aykırıdır. İnsan
kendine ait olanı arar, kendine ait olana ilgi duyar. İster farkından olsun
ister olmasın bu gerçeklik değişmez. Aşkın tohumunu ve yeşerten toprakları
keşif etmek gerekir.
Tanışmaların
mekânsal ve zamansal döngüsündeki belirleyicilik, tercih ve ilgi kişinin
bilinçaltının dışa vurumudur. Onca insan içinde neden bir kişi kendini farklı
hissettirir, cazibesine kapılır, duygusal hareketlilik olur. Çünkü benlik
kriterlerine uygun olanla karşılaşma olmuştur. Çoğu zaman diğerlerinden farklı
olanı anlamayız. Ancak benlikten gelen sinyale karşıda duyarsız kalınmaz. Kişi harekete geçer. Kişinin benliğinden
habersiz yaşayışı bunu tesadüfe bağlar. Nedenler zincirindeki gizem
çözülmedikçe de bu handikap devam edecektir.
Tesadüf
olasılıkları içerir, aitlik duygusu içermez. Tesadüf doğru olanı ayırt etmede
yetersiz kalır. Yanlış doğruların arasında kaybolmak, yarım kalmışlıklarla
tükenmek tesadüf düşüncesinin ürünü olan tercihtir. Bazen yanlış tercihte ısrar
etmek kişiliğin yetersizliğidir. Duyguların yüzeyselliği insanı yanıltır.
Derindeki cılız ses aslında gerçeğin aslıdır. Ancak yüzeysel duyguların etkisi
belki en önemlisi insanın kendisini iyi dinleyememesi/okuyamaması hatalar
zincirini oluşturmasına ve sonra buna hakikatmiş gibi bağlanmasına neden
olmaktadır.
Tesadüfler
üzerine bir ilişki kurmak ve buna inanarak başlangıçlar kurmak bir tercih
değildir. Aksine mecburiyettir. Kişi karşısına çıkana değil, kendine ait olana
yönelmelidir. Arayışını bu eksene kaydırmalıdır.
Tesadüflere
inanmak kişinin iradesini ve özgürlüğünü bir kenara bırakması demektir.
Tesadüflere inanmak benliğini başkasının eline vermektir. Tesadüflere inanmak
insanın kendine ait olanı tercih edemeyecek kadar aciz olduğunu göstergesidir.
Hayat
yaşadığımız yörünge içerisinde(yani çevre/ortam, zaman, kişiliğin yapısı)
karşımıza bize ait olan sevgilinin varlığını çıkartır ancak bunu yansımaların
arasına gizler. Aslını ya da yansımaları tercih etmek bize kalmıştır.
Yansımalar aslından parçalar/izler taşır. İşimiz zorlaşır. Tercihler burada
çıkar. Bu hiçbir zaman yörüngemizin tesadüfler oluşturduğu anlamına gelmez.
II
“Aşk
Tesadüfleri Sever” filmi önümüze iki farklı ilişki koymaktadır. Biri
1960’larda, diğeri 2010’lı(tarihleri yuvarladık, şimdi birileri motamot
tarihlere takılı kalır) yıllarda geçmektedir. Yıllar farklı olunca ilişkilerde
yaşananlarda birbirine benzemiyor. Belki filmin seyircisine kazandırdığı bakış
açısı bu olmalıdır. İki farklı dönemde yaşanan ilişki ve aşk anlayışlarındaki
derin uçurumu görme imkânı vermektedir. Tabii seyircinin eski aşklar, zamane
aşklar ayrımı yapma anlayışına takılıp kalmaması gerekir. Aşkın yenisi, eskisi
olmaz. Aşk kişilerin anlayışına göre şekil değiştirmektedir. Başka bir deyişle
kişiler aşkı nasıl yaşarsa aşk öyle tanımlanır. Aşk insanları yaşamaz, insanlar
aşkı yaşar. Eski, yeni aşk algısı seyircileri dönemlerin içine hapis etmekte,
döneme göre aşkı düşünme ve değerlendirme yapmaktadır. Aşkı güzelleştiren ve
kirletende aşkı yaşayanlardır.
Beyazperde
de iki dönemde yaşanan aşka odaklanırken toplumsal ve bireysel değişimleri de
görmekteyiz. Tabii bu görüş alanı yönetmenin dünyasından yansıyanlar olduğunu
unutmamak gerekir. Aşk barın sınırlarına hapis eden, ilk tanışmada aşk diye
cinselliği önümüze koyan yönetmenin anlayışıdır. Yoksa aşk soluğu yatakta almak
demek değildir.
1960’ların
aşkında tanıma, bilme, anlama ve hissetme vardır. Her ne kadar sınıfsal ve
ırksal farklılıklar olsa da halkın içinden yansıyan bir aşkta yaşananların
resmidir. İlk aşk ruhsaldır, bedensel değildir. Aitlik duygusunu yaşama vardır.
İlk aşkta güvensizlik, şüphe, tereddüt yoktur. Tam tersi aşk ve aşkın
getirdiklerinde tereddüt ve tartışmalar olmaz. Aşk üzerinden anlaşmaların
aptallığı görülmez. Aşktan korkulmaz. Ayrılıklarda aşk etkisini kaybetrmez.
Âşıklar birbirini yanlış anlamaz, birbirlerini suçlamazlar. Âşık olmanın
mutluluğu ile kişiyi kabul etme vardır.
2010’ların
aşkında tanıma, anlama, bilme, hissetme görülmez. Hoşlanmanın ilk etkileri
cinselliktir. Beraberlik sürekli yatakta olmakla özdeştir. Yatak bir uyumu,
aşkı, anlaşmayı, hissetmeyi ifade eder ki bunun gerçekçi olmadığı ve bir
yalandan ibaret olduğu çok geçmeden ortaya çıkar. Güvensizlik kendini her
konuda hissettirir, çünkü yaşanan aşk değildir. Aşk güvensizliği barındırmaz.
İki tarafta birbirinden şüphelenecek kadar tetiktedirler. Bilirler yaşadıkları
aşk değildir, cinsel hazzın cazibesidir. Cinsel cazibe kaybolunca, ilişkideki
kirlilikte ortaya çıkar. Birbirini dinleme, anlamanın olmadığı görülür.
Cinsellik dışında bir paylaşım ya da ortak bir yön göremeyiz. Yalanlar,
bahaneler ve kaçışlar sürekli öne çıkar. Sözde âşıklar iç dünyalarını birbirine
açamazlar.
En
küçük sorunda birbirlerini suçlar ve yollarını ayırırlar. Çözüm üretmezler,
çünkü aşkları egolarını aşamamıştır. Her ikisi bencildir. Sürekli bir korku ile
yaşarlar. Aşk teskinlik ve huzur vermesi gerekirken, huzursuzluk ve korkuya
neden olmaktadır. Birbirlerini hissetmedikleri içinde birbirlerini anlama ve
zaman tanımada yoktur. Hemen birbirlerini silme anlayışı belirgindir.
Kerem’in
sevmesini bilmiyorum serzenişi sürekli farklı kadınlarla kısa süreli ilişkilere
sürüklemektedir. Kerem’de ölçü beraber olduğu kadınla aynı yatakta
sabahlamaktır. Sabahlıyorsa sevmiş demektir. Sevmesini bilmeyen adam,
kadınların duygularıyla oynamasını fazlasıyla bilmektedir. Kadınlara umut
vererek, aşk sözcüklerin ardına saklanarak kadınlardan faydalanma yolunu iyi
bilmektedir. Madem sevmesini bilmiyorsun, kadınları kendi pis çıkarın için
neden kullanmaktasın sorusu sorulmalıdır. Ama sinemamız bu tür playboyları
masumlaştırmayı sever. Böyle sevmesini bilmiyorum bahanelerle karakter haklı
çıkar. Ama karaktersizliğinin üzeri örtmez. Tabii kadınların erkeğin fiziğine
kapılıp kendini sevmeyen adam için kendilerini küçük düşürmeleri ve kendilerini
kimliksizleştirmesi de gözler önüne serilmektedir. Bana dönecek söylemi,
beklentisi kadının kendini bile bile ateşe atmasıdır.
Kerem
ve Defne’nin aşkında söz etmek zor. Biz filmde bir aşk görmüyoruz. Sansürlenen
ve sürekli yatakta iki kişiyi görüyoruz. Bar da dans etmek aşk olmasa gerek.
Ortak duygu, ortak bir yaşam alanına dair bir gerçeklikten söz edilemez.
Kerem’in sözde aşkı sevdiği kadını ve annesini kolaylıkla kovabilecek kadar
yerlerde sürünmektedir. Âşık olduğu kadına saygı bile görülmez. Sevmeyi
bırakalım bir kenara, misafirine böyle kabaca davranmak hakarettir ve
kişiliksizliktir. Bakmayın babasının kazasında Defne’nin aramasında kapının
önüne yığılıp ağlamasına. Sinemanın kurnazlığı burada devreye girerek dram
havasıyla seyirci etki altına alınır. Yıllarca babasına acımayan bir evladın
öyle bir mektupla akıllanması, duygusallaşıp pişmanlık duyması bir
aldatmacadır. Türkiye sineması nedense trafik kazalarıyla karakterlerini acındırma
duygusu içine itmektedir. Acımasız, saygısız, bencil bir karakteri bir mektup
ve trafik kazasıyla değiştirmek ve aşkın yüceliğini kavratmak sinemamızın
maharetidir.
Filmin
en anlamlı ve dikkatte değer teması Sema’nın kızı Defne’ye teselli amaçlı
unutmaya, kabullenmeye ve acının hafiflemesine dair söyledikleridir. Aşkın
kişiyi yıpratmasının önüne geçmesi ve aşkın kendisini anlamaya yönelik
cümlelerdir. Tabii bunun bir annenin yani aşkı yaşamış ve aşkın kendisini
görmüş, kabullenmiş birinin söylemesi önemlidir.
Aşk
Tesadüfleri Sever bize yeni bir şey vermiyor ve etkileyici bir yönü yoktur.
yüzeysel aşk algısına sahip olanlar ve drama severlere hitap edebilir. Kurgusunun
zayıflığı ve benzer filmlerle benzer sahnelerin çokluğu, özgün ve yeni bir şey
sunamaması filmi sıradanlaştırmıştır. Bu sıradanlıkta filmin heyecanını
öldürmektedir.
Osman
Tatlı
osmantatli@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder