La
Revolution: Soylu Yamyamlık
Zenginliğin
kaynağı fakirlerin gönüllü köleliğidir. Kendisi aç kalan ama efendisinin
açlığını dert edinen ve uykusu kaçan fakirin varlığı soylu sınıfları
oluşturduğu gibi soylu sınıfın da devamlılığını sürdürtmüştür. Zenginlik bir
ayrıcalık olarak görünmese de aristokratlık ya da soyluluk bir üstünlüktür.
Soylu sınıf fakirlerden beslenir, varlığının yüceliğini ve tanrısal gücünü de
fakirlerden alır. Kısacası soyluluğun varlığını var eden fakirlerdir. Fakirler
olmasa soyluluk da olmayacaktır. Bunu parasal/ekonomik olarak değil, zihinsel
ve yaşam tarzı olarak görmek lazım. Fakir her zaman kendini soylulara karşı
ezik ve hiç olarak görür. Soylularda fakirin bu bakış açısıyla güçlerini
pekiştirir. Kim kimi var ettiğini varın siz düşünün artık.
Sinema
artık doğrudan okumalar yerine sembolik imgelerle geçmişin, bugünün ve geleceğin
okumasını yapmaktadır. İmgeler üzerinden derdini anlatmaya çalışmaktadır. Bunun
çözümünü seyirciye bırakmış durumda. Burada ne kadar anlaşılır olduğu sinemanın
dert ettiğinden çok sinemanın kendini anlayışını oluşturması önemlidir. Örneğin:
La Revolution fantastik dizisi üzerinden Fransız devrimini konu edinmesi gibi.
Soyluların
bitmez tükenmez paraya olan düşkünlüğünü ve yoksulların sömürerek kanlarını
emmelerini yamyamlılığa benzetmesi ne kadar da muhteşem bir imgedir. Soylular
daha güzel bir şekilde anlatılamazdı. Kölelerin kırbaçlanması, öldürülmesi gibi
klasik betimlemeler yerini daha güncel olanlara bırakmıştır. Soyluların
içindeki çirkinliğini dışa vuracak başka bir benzetme olamazdı. Dışarıdan
bakılınca farklı görünen soyluların içindekinin dışa vurumu gerçekliğin
yansımasıdır.
Günümüz
toplum ve devlet yapılarına şeklini veren Fransız devrimin ön aşamasında
bilinmeyenlere ve görülmek istenmeyenlere değinme çabası dizinin amacı olarak
görülmektedir. Bugünkü nesiller devrim öncesi ve sırasında yaşananları değil,
sonuçlarını bilir. Sonuç bilgisi teoriden ibarettir, bugün kendilerine
sunulanın parçasıdırlar. Bugüne nasıl geldiklerini bilmezler, hissedemezler.
Bedel ödenmediği içinde anlama çabası da yoktur. Kitaplara yansıyan bilgiler
gerçekliği yeterince yansıtmaz. Olayların arka perdesi çoğu zaman örtük kalır.
Bu dizinin perde arkasını bize gerçeklik ölçüsünde yansıtıyor anlamında
değildir. Sadece yaşananların olasılığını kurgulamaktadır. Fantastik kurguda
kendimizi dönemin içinde hissetmiyoruz. Sadece soyluların zalimliğinin,
yoksulun çaresizliğinin sonuçlarını görüyoruz.
Fantastik,
tarih ve dram karışımı kurgularda çok özgünlük beklememek gerekir. Anımsatmalar
her zaman olacaktır. Önemli olan algının boyutudur. Algı kurgunun içinde
kaybolmuyorsa kurgu başarılıdır. Kurgu öne çıkıyor ve mesaj kendini fark
ettiremiyorsa dizi ya da film başarısız olmuştur. Kurgu ve algı birlikteliğini
en iyi şekilde yansıtması önemlidir. La Revolution dizisi kurgu ve algı
ikilisini yansıtmakta başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
The
100 dizisiyle ‘siyah kan’ın lanetini fazlasıyla içselleştirdik. La Revolution’la
mavi kanın iğrençliğiyle tanışıyoruz. Burada kanın rengi değil, hastalığın
soylulara bulaşmasıdır. Giyotin mucidinin doktor olarak soyluları öldürmek
yerine onları iyileştirme mücadelesiyle karşımıza çıkması dikkat çekicidir. Doktorun
soyluları öldürme yerine her şeye rağmen onların iyileşeceği inancıyla insani
yaklaşımları pek de inandırıcı değildir. Zenginliğin, gücün tadını almışların
bunu terk edeceğine inanabilmek için kontesin unvanlarını bir kenara bırakması
yetmemektedir. Elbette salt kötülük yoktur, salt iyi niyetin olmayışı gibi.
Bütün kötülüğün kaynağını bir konta bağlamak ve diğer kontların mecbur
kalışlarını söylemek bir çelişkidir. Özellikle isyan esnasında askerin
öldürdüğü halkın üzerine çullanan kontların gerçek yüzü ortaya çıkmaktadır.
Soylular askerlerin öldürdüğü ya da ele geçirdiğiyle beslendiğinin en iyi
anlatan bir sahnedir.
Soyluların
merhametsiz, vicdansız, duyarsız ve zalimliklerinin kaynağını dizi kalpsiz
oluşlarına bağlamaktadır. Malum kalp merhametin göstergesidir. Soylular yaşayan
ruhsuz bir bedeni temsil etmektedir. Sevginin bile varlığını bilmeyen bir beden
yığınından ibarettirler. Soğuk ve ürkütücü yüzlerdeki ifadenin nedeni yaşayan
ölüler olmasına bağlansa da öncesinde soyluların sergilemiş olduğu yaşam
öncesinden farklı değildir. Soylulara saray tarafından hastalık bulaştırıldığı
kurgusu kontları biraz masumlaştırmadır. Suçun tamamını saray atmaktır. Sarayın
kontların halka kötü davranmasını teşvik ettiği düşüncesi dizinin son
bölümlerinde iyice belirginleşmektedir. Asıl kontun hastalık nedeniyle
halkından uzak kalışını da kontun halkını düşündüğünü izlenimi verse de
açlığını yine de yoksul kadınlar üzerinden gidermektedir. Tabii bu sanki kontun
başka çaresi yokmuş, iradesini kontrol edemediği söylemiyle örtbas
edilmektedir. Kadının güçsüz ve değersizliği konta yem edilmeyi
kolaylaştırmaktadır. Dizinin çelişkisi kadını bir yandan değersiz gösterirken
bir yandan da kadını devrimin öncüsü olarak göstermektedir. Kont için kızları
değerlidir ama halktan kadınlar değersizdir. Halkın da kendine lider olarak
kadın seçmeleri ve şehirdeki kadınlara yapılan muamelenin hayvanca olması da
ayrı bir tutarsızlıktır.
Son
olarak dizinin zombileşen insanlara farklı bir bakış açısı kazandırdığını
ekleyelim. Malum zombileşen insanlarda akıl yitirilmekte sadece açlık güdüsü
kalmaktadır. Ruhsuzlaşan ve yamyamdan ibaret kalan zombileşe insan profili dizi
ile yıkılmıştır. Dizide zombileşen insanlar açlık güdüsü taşı da diğer insani
yönlerini yitirmemektedir. Önceki hallerinden farkları yoktur. bu da sinema
sektörü için bir yeniliktir. Bundan sonra da zombileşen insanlara farklı bakış
açıları getirilecektir.
Osman
Tatlı
osmantatli@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder