25 Ekim 2020 Pazar

 


Bir Virüs Filmi: Dünya Savaşı Z

 

Zombi filmlerin kurguları üç aşağı beş yukarı birbirine benzer. Farklılıklar alt metinlerde kendini hissettirir. Zombileşen insanların gösterdiği refleks öldürmekten çok dönüştürmeye dayanır. Açlığını bastırmak için insanlara saldırsa da insanları ısırdıktan sonra serbest bırakmaktadır. Arka planda yamyamlaşan zombilerin akıllıca hareket ettiğini anlarız. Yoksa ısırdığı insanları neden serbest bıraksınlar. Tabii bazı filmlerde birbirlerini yediklerini de görürüz. Ancak daha çok hastalığa yakalanmamış insanlara bir saldırı içine girerler. Tabii bunların bir mantığı yok. Yönetmenlerde filmin akışını bozmak için buna bir anlam yüklemezler. Klasikleşen anlayışı farklı kurgularla devam ettirirler. Önemli olan panik ve kaos ortamı oluşturmak ve kurtarıcıların devreye girmesidir. Kurtarıcılarla beraber siyasi düşüncelerin alt yapısının temeli ya atılır ya da atılan temellere yeni tuğlalar eklenir.

Zombi kavramı Woodoo inancın bir uzantısı olsa da zombiler yeniden dirilmiyor, insanlar dönüşmektedir. Hislerini kaybetmekte, beyin düşünce yeteneğini yetirerek sadece yaşama sağlamak için bedeni ayakta tutan yiyecek peşine düşmeyi emir etmektedir. Yani insandaki irade, şuur ve akıl yetileri kaybolmaktadır. İşte burada Woodoo inancı girmektedir. Büyücüler yaptıkları karışımlarla insanları köleleştirmektedir. Bu köleleştirmekte insanların hislerinin ve düşüncelerinin elinden alınması, bedenin verilen talimatlarla isteneni karşı koymadan yerine getirmesidir. Woodoo inancından iradesi ve hisleri elinde alınan insanlar, başkaları tarafından kontrol edilebilmektedir. Sinemanın esinlediği bu inançtan yola çıksa da zombiler kontrol edilememektedir ve öldürülmeleri gerekmektedir. Woodoo büyücülerin zombileştirdikleri ise köle olarak hayatlarına devam etmektedir ve köleleri kontrol etmek için en iyi yoldur.

Bilimkurgu sineması insanlığın ya da dünyanın yok oluşuna dair bir teorisi insanların zombileşmesidir. Dayanağı da filme göre tabiat anadır. Tabiat ana hem acımasız hem merhametlidir. Hem zehri hem ilacı kendi içinde barındırır. Yeter ki bilim bunu görebilsin. Tabiat ananın insandan intikam alışı da insanların tabiatta yaptıklarının karşılığıdır. Bu durumda insanın çaresiz kalmaması ve mücadele etmesi gerekir. Bu insanın tabiat anaya meydan okumasıdır. Açıklaması da tabiat ananın sırlarının çözülmesidir. Yani insanoğlu tabiat ananın yapıp ettiklerini bilmektedir ve insan tabiat anadan her zaman üstündür. Madem her şeyin var oluşu tabiat anada gizlidir, o zaman yok oluşun önüne de geçilebilir.

Filmin kurtarıcı bilim adamın virüsün kaynağını bulmak için yola çıkan heyetteki askerlere açıklamasını böyle okumak gerekir. Onlar anlamasa da, kafaları karışsa da bilimin adamın kendine olan öz güveni bunu gösterir. Bilimin adamının zombilere yem edilmeyip, aptalca ölmesi de uyarı niteliğinde olsa gerek.

Virüsün kaynağını bulmak adına çıkan yolculuk bize dünya siyasetinin panoramasını sunmaktadır. Amerika’yı merkeze alan film, önce dostu Güney Kore’ye gider. Virüsün kaynağını bulmak için. Aradıklarını bulamazlar ama Kuzey Kore için söylenenler ise acımasızcadır. Koreli yönetim halkın bütün dişlerini sökmüştür. Birbirlerinin ısırmasınlar. Dişleri olmayan insan ısıramaz ama aynı zamanda konuşamazda. Burada anlamamız gereken, Kuzey Korelilerin dilsiz oldukları, yönetime dair sessiz, çaresiz oldukları ve zulüm gördükleridir. Yönetimin acımasız ve zalim olduğunu anlarız. Onları farklı yollar kurtarmanın peşine düşmektense halkı rızası dışında, özgür iradelerini yok ederek, onlara sormadan istediğini yapmasıdır. İkinci ilginç bir konu ise filmde bile Kuzey Kore’de olup bitenler hakkında bilgi alamayışları. Bu da ülkenin kendini dünyaya kapattığını göstermektedir ve filmde bunu vurgulamaktadır.

Üzerinde durulması gereken son durak İsrail’e gidiştir. İsraillerin virüsü önceden bilmesi ve önlemler alması Amerikalıları şaşırtmaktadır. Aslında şaşıran Amerikalılar gibi görünse de asıl şaşıran seyircidir. İsrail bütün ırklara kapısını açmış ve onları korumaktadır. Yine İsrail’in ne kadar akıllı bir yönetim tarafından idare edildiğini de görüyoruz. On kişilik karar mekanizmasının vurgulanması İsraillerin ne kadar temkinli ve dikkatli olduklarını kendilerini korumak ve varlıklarını devam ettirmek adına her şeyi en detayına kadar araştırdıklarını ve şüphe ile hareket ettiklerini anlatmaktadır.

Virüsün İsrailler tarafından bilinmesi sanki Amerikalılara atılan bir gol gibi görünebilir. Amerikalılar bunu bilmezken ve bilirken Amerikalılara söylememelerinin bir bedeli olmalıdır. Bu bedelin işareti de çok geçmeden görüyoruz. Tabii arada Araplara, Filistinlilere kucak açan, sahiplenen İsrailleri yine yok edecek olan, başlarına bela açacak olanların Filistinliler olduğunu Arapların şarkı söyleyerek zombileri galeyana getirip surdan içeri girmelerine neden olmasıdır. Mesaj açıktır; koruduğun Araplar, Filistinliler her zaman başına bela olacaktır, bela getirecektir. Amerikalılar ilk uyarıları böylece yapmış olurlar.

İkincisinde de Amerikalıyı koruyan İsrailli askerlerden kadın askerin ısırılması ve kolunun kesilmesidir. Kolunun kesilmesi İsraillere gözdağıdır, ne kadar akıllı olursanız ve tedbirinizi alırsanız da biz olmadan sizin bir geleceğiniz yoktur. Ancak biz sizi her şart ve durumda kurtarabiliriz. Ceza olarak da sağ kol kesilir. Zaten kolu kesilen İsrail askeri çok uysallaşır ve Amerikalının emrine girer, peşinden sesini çıkarmadan gider. İsraillin varlığı her zaman Amerika’ya borçlu olduğu hatırlatılır.

Her filmde olduğu gibi ailesine düşkün; karısına aşık, çocuklarıyla arkadaş gibi olan sevecen bir baba kendini dünyanın geleceği için sevdiklerini geride bırakmayı göze alarak, ölüme gider. Duygusallığın dozunu yükseltmek ve Amerikalının dünyanın geleceği için yaptığı fedakârlığı anlamamız için de kameraya ailesini sevdiğini söylememiz istenir. Amerikalılar dünyanın geleceği için kendilerini seve seve feda ettiklerini, edeceklerini ve yaptıkları her şey dünyanın geleceği için olduğunu bize klişe sloganla vurgularlar. Bizde duygusal moda girerek yapılan fedakârlığın büyüklüğü karşısında duygusallaşırız.

İsmi üzerinde “Dünya Savaşı” dünyaya Amerika’nın kendini dolaylı olarak anlatması ve misyonunu göstermesidir.

 

Osman Tatlı

osmantatli@gmail.com

24 Ekim 2020 Cumartesi

 

Atiye’nin Derdi Ne?

 


Fantastik kurgularda olağanüstülük ve sınırsızlık türün temel özelliğidir. Olayların gelişimi seyirciyi şaşırtmaz, ancak kurgu fantastik özellikler taşısa da olay örgüsünün bütünlüğünde olaylar arasında geçişte tutarlılıklar olması ve kurguda anlamsızlığa yol açacak kopuklukların olmaması gerekir. Tutarsızlıklar ve kopukluklar filmin ya da dizinin izleyişini zevksiz hala getirir. Kurgu gizem öğesi üzerine kurulsa da film ve dizi çekilmez bir hal alır.

Fantastik kurgu olaylara ve var olana olağanüstülük katar, alt metin motiflerini ya da algısını ortadan kaldırmaz. Bazen bir film ya da dizinin birkaç sezonu sadece bir mesaj üzerine kurulur ve alt metinin etrafında döner. Temel amaç verilmesi gerekenin farklı yollarla zihinlerde yer edinmesidir. Olaylar alt metinlerin işini kolaylaştırmak için oluşturulur. Olayı bütünün bir parçası olarak düşünmek gerekir ve manadan kopuk değildir. Her karenin kendi için bir tutarlılığı vardır. Her görsel ve işitsel motif ekran başındakilerine mesaj taşır. Bu mesaj var oluşa bir mana katar. Duygusal ve zihinsel algıları tetikler. Kendilerini bulmalarını ve karar almasını sağlar.

Artık algının en kolay veriliş biçimi fantastik kurgular üzerindendir. Seyirciyi yormayan türün özelliği insanları sıkılmadan ve heyecanla, dikkatle ekrana yönelmesini sağlamaktadır. Olay merkezli türün arasında serpiştirilen alt metinler ve beden dilinin oluşturduğu atmosfer seyirciyi kendine daha kolay ve hızlı çekmektedir.

Oyuncuların, yönetmenin ve senaristin etkilenmediği ruh hali seyirciyi esir alır, yapanların var oluşunu etkilemeyen kurgular, ekran başındakilerini etkiler. Kurguyu oluşturanların kendilerinden bir şey bulmadığını, seyirci kendinde bulur. Bu birbirine zıt tuhaflık hiçbir zaman gündeme gelmez, kimse de dillendirmez. Sevinen, üzülen, heyecanlanan ve en önemlisi değişmesi gerektiği duygusu ve düşüncesinin girdabına giren seyirci iken, arka plandakilerin bu kurgularda yaşananlardan kendilerine pay çıkarmazlar. Ondandır ki oyuncular ve yönetmenler halka yabancı ve uzaktırlar. Ama bir o kadar da halkı iyi tanırlar.

Bütün bunların sonucunda film ya da diziler düşünmemiz gereken konuları gündemimize getirerek düşünce ve duygu dünyamızı şekillendirirler. Biz de gördüklerimiz ve işittiklerimiz üzerine hayatta dair anlayışlar geliştiririz. Bazen komplo teorilerini destekleyici anlayışlar da kazandırırlar. Nasıl olsa filmin ve dizilerin ispatlaması gereken bir şeyleri yoktur. İnandırıcılık için bilimsel veriler sunmazlar ama seyirci verileni bilimsel bir veriymiş anlayışla alır, kullanır. Tuhaf olan ikinci konu ise verilenlerin doğruluğunu araştırmaya gerek görmeden, kabullenmesidir. Filmlerin ve dizilerin görünmez gücüde budur.

Fantastik türün yaygınlaşması hayatın gerçekliğinden kaçan insanların sığındığı bir liman haline gelmesindedir. Haber ve magazin programlarla hayatın yaşanılamaz hale gelişini acımazca vurgulayanlar, insanları umutsuzluğa, karamsarlığa iterek, kötülüğün ruhları sardığı anlayışla insanları hayattan koparmasına neden olmaktadır. Hayattan kopan insan teselliyi fantastik dünyanın kirli kollarında aramasından yol açmaktadır. Fantastik tür insanların bir kaçış kapısı haline gelmiştir.

İnsanların kaçış kapısı haline gelen fantastik tür, fantastik film ve dizilerin artmasına yol açmıştır. Dünyada hızla yaygınlaşan tür, Türkiye’de de Batılıların öncülüğünde yerli dizilerin çevrilmesine başlandı. Bunlardan bir tanesi de “Atiye” dizidir.

Atiye dizisinin ikinci sezonu üzerinde durmadan önce, dizinin kurgudaki kopuklukların ve Atiye’nin kötü oyunculuğunun diziyi izlenmez bir hale getirdiğine değinmek gerekir. Kötü bir kurgu, kötü oyunculuklar dizinin en zayıf tarafını oluşturmaktadır. Zorla izlenecek bir sezon olmuş.

Bilinmezlikler dinden ya da kutsal kaynaklardan bağımsız ele alındığında ve bilinmezlikler mitoslarla mana kazandırılmaya çalıştığında ortaya tatmin edici bir düşüncenin ortaya çıkmayacağı kesindir. Aksine kafa karıştıran bir manzara ortaya çıkmaktadır. Belki de amaç anlamsızlığı derinleştirmektir. İnsanları bilinmezliğin içine bırakıp karanlıkta kayboluşunu izlemek, bazıların hoşuna gidiyordur. Belki de kendi kör kuyularında kaybolanlar herkesin kendileri gibi kör kuyularda gezinmesini istemektedir. Geçmişi bugüne taşıma derdi Atiye’nin de derdi ancak bu dert bugünün insanlarına aba altında sopa göstermektir.

Atiye insanlığın korktuğu, ölüm fobisini körüklemenin peşindedir. Tanrının insanlığı yüz üstü bıraktığını, kurtuluşun ve yok oluşun gizemli örgütlerin elinde olduğunu satır aralarında sürekli dilendirmektedir. Örgütlerin planın derinliği, kusursuzluğu ile süslenen söylemler bunun en bariz örneğidir. Dünya kaynaklarını koruma adına dünya nüfusun azalması gerektiği algısı bir sezonluk koşuşturmanın amacını göstermektedir. Dünyanın Covit-19’la boğuştuğu ve komplo teorilerin insan nüfusu azaltma olduğu vurgulandığı bir dönemde Atiye’de son bölümde bunun altını çizerek seyircisine ortalıkta isimleri anılan örgütlerden korkması gerektiğini ve dünyayı kimlerin yönettiğini dolaylı anlatmaktadır. Firavunun ben de öldürür ve diriltirim anlayışın bir uzantısıdır bu anlayış. Bazılarınca sıradan gelebilir ama binlerce hata milyonlarca insan dünyayı var eden, yok edenlerin belli bir zümre olduğu inanışı mevcuttur. Bu tür dizi ve filmler de bu anlayışı beslemektedir.

 

Havva’dan gelme, aşkın sonsuzluğu, ikinci evrenler, yıldız kadın, vb kurguların nereye bağlandığı önemli olduğu için, bunların varlığı asıl mesajı iletmektir. Ayrıca insanlığa ya gelecekten ya da geçmişten birilerin gelmesiyle kurtulacağı inanışın dillendirilmesi, yaratıcının varlığını yok saymaktır.

Var olan örgütlerin ölümsüzlüğü ve sonsuzluğudur. Öyle ki örgüt ismi telaffuz edilir ama detaya girilmez. Polis bile ifade alırken örgüte dair sorular sormaz. Merakta etmez. Bu da bir kabullenişi gösterir. Örgütün büyüklüğü ve dokunulmazlığını hissettirir. Basit bir yaklaşım gibi görünebilir ama bugün dünyada olan biten birçok şeyin ardında örgütler aranması ve buna bağlanması bunu yaklaşımı desteklemektedir.

Atiye’nin derdi yerleşik inanışları ve anlayışları alt üst etmektir. Var olanları da beslemektir. Batının fantastikleştirdiği dinini benzerini Türkiye’ye de getirme çabası vardır. Yitirilen yaratıcı anlayışın yerine yenilerini inşa etmektir. Biliyoruz ki inanç boşluk kabul etmez, boşatılan inançların yerine, başka inançların getirilmesi gerekir. Toplumlar inançsız yaşayamaz. Ama hangi inançla yaşadıkları da önemlidir.

Osman Tatlı

osmantatli@gmail.com

  Unit 42: Dijital Parmak İzi Sanal yani ikinci bir hayat/yaşam mecrasının kapısını sonuna kadar açan internet artık bizim beşinci organım...