3 Kasım 2020 Salı

 


 

Kelebeğin Rüyası: Yazmanın Değersizliği

Kelebeğin Rüyası için cumhuriyet eleştirisi yapıldı denildi; maden ocakları işçilerine yeterince yer verilmemiş diye eleştiri yapıldı. Sınıf farkının getirdiği ilişkilerdeki uçurumlara vurgu yapıldı. Oyuncuların yeterli yetersizliği tartışıldı. Hatta filmin süresi üzerinde polemiklere girildi. Ancak filmin ana teması olan şairlik, yazarlık ve yazarların, şairlerin yaşadığı sorunlara, yalnızlıklarına, yoksulluklarına, dışlanmışlıklarına, anlaşılmamalarına, emeklerinin göz ardı edildiğine ve sahipsiz kalışlarına kimse değinmedi.

Filmin teması olan bu konuya yazarlarda, eleştirmenlerde, seyircilerde değinmedi. Filmin magazin tarafın dillendirilmesi kolay olduğundan görüşlerde bu eksende kaldı. Kalem oynatan yazar ve eleştirmenlerin bile yazarların ve şairlerin yaşadıklarına değinmemeleri de üzücüdür. Yeri gelince sorunlarına kimsenin değinmediğine, emeklerinin görülmediğinden yakınırlar. Kendi kendine sahip çıkmayan yazarların, zorda kalınca yardım taleplerinin karşılanmasını beklemek fazla hayalperestlik olur. Yazarı en iyi bir yazar anlamalıdır düşüncesi de geçerliliğini kaybetmiştir.

Yazmak bir tutkudur. Sözcüklerin dünyasında gezinti yapma zevki tadanların bağımlılık yaşadığı bir dünyadır. Hayallerin dünyasında yaşamanın hazını ancak yazarlar anlar, hisseder. Yazmak farkındalıktır, duyguların canlılığına, renkliliğine işarettir. Egodan sıyrılmış bir benliğin satırlar arasındaki gezintisi erdemliliğin göstergesidir. Yazmak umudu diri tutmak ve umutla yarına bakmaktır. Yazmak bir yaşamın amaca dönüşmesidir. Ondandır ki yazmanın önemini ve gerekliliğini okumayan ve yazmayan anlamaz, hissedemez. Ondandır ki yazarlar ve şairler bu toplumun yetim evladıdır; kimsesiz, yalnız ve yoksuldurlar.

Kelebeğin Rüyasında değil kitap okumanın önemini kavramış bir halka, okumanın gerekliliğini bilmeyen bir halka kamerasını çevirmiştir. İmkânsızlıklar içinde okumaya, yazmaya çalışan gençlerin anlaşılamaması kadar doğal bir durum yoktur. Halk ekmeğinin derdindedir, yoksulluğun içleri kararttığı bir zamandan geçmektedir. Böyle bir halktan okumak, okutmak beklemek doğru değildir. Halk her zaman kendini garantiye almak ister, riski sevmez. Kendi yaşantılarında hayatın zorluluklarını tecrübe eden babalar da evlatlarının geleceğini garanti etmek derdiyle hareket etmektedir. Görünen neden ben çok çektim, evladım çekmesindir. Bu neden görünürde masum ve mantıklıdır. Babaların göremediği ise herkesin yaşaması gerektiği bir hayatın olduğudur. Evlatlar babalarının yapamadığını yapmak, babaların yarım bıraktığını tamamlamak ve kurulan düzeni devam ettirmek için var değildirler. Her evladın hayattan beklentisi farklıdır, hayalleri ve yaşamak istediği babaların istediği olmayabilir. Babalar buna pek tahammül edemez ve evlatları anlama, destekleme yerine dışlamayı tercih ederler. Keşke sadece babalar dışlasa maalesef yazarlıkta para yok diye herkes dışlamaktadır. Filmdeki kahramanların yaşadıkları çevrede yer edinememeleri gibi.

Dergi çıkarmak her şairin hayalidir, diyor gençlerin hocası. Peki, her şair, yazar neden bir dergi çıkarmak ister, sorusunun cevabı sadece hayal değildir. Şartlar şairlere ve yazarlara dergi çıkarmayı zorunlu hale getirir. Film bu şartların nedeni üzerinde hiç durmamış, öylesine bir fanteziymiş gibi vurgulamış. Sorunun birçok cevabı olmakla beraber, birkaç tanesinin üzerinde duralım, gizemin altındaki çirkinliği de gün yüzüne çıkaralım.

Birinci neden edebiyatı, şiiri tekeline alan yayınevi ve dergilerin Süleyman’nın mührünü ellerine almasıdır ki şöyle kendi kurdukları/oluşturdukları şiir, yazı anlayışına uymayanları kapı dışarı etmeleridir. Kendilerince edebiyat ve şiir tarzına kendileri karar vermektedir. Eğer dergilerinde yazılarınızın, şiirlerinizin yayınlanmasını istiyorsanız onların istediği içerikte ve üslupta yazmanız gerekir, yoksa yazdıklarınız beş para etmez. Hayatta dergi de yazı ve şiirleriniz yayınlamaz. Karar mekanizması onlardır. Neyin edebiyat neyin şiir olduğuna onlar karar verir. Dergi onların, kararda onların dolaysıyla farklı bir anlayışınız ve tarzınız varsa dergilerin kapısı yüzünüze kapanır, istediğiniz kadar güzel yazın. Durum böyle olunca siz de kendi derginizi çıkarmak zorunda kalırsınız. Maalesef bu ülkede yıllarca birkaç dergi edebiyata şekil verdi, edebiyatın ölçüsü oldu. Böylece onlarca, yüzlerce yazan kabul görmek için kendini bazı dergilerin kalıplarına uydurdu. Yaratıcılık ve özgürlük edebiyatı istenen kalıplara uymanızla eşdeğer haline geldi. Birilerin karar mekanizması olması edebiyatın gelişimini yavaşlatmıştır, çünkü dışarıda bırakılan yüzlerce üretken dimağ yok olup gitmiştir. Yazdıklarının yetersizliği düşüncesine kapılarak yazmayı bırakmıştır.

İkinci bir neden ki birinci nedenle paraleldir. Aitlik duygusu, ego ve kendini ispatlama/kanıtlama, statü/prestij kazanma hırsıdır. Her yazar, şair hep en iyisi olduğunu ve kendisi dışındakileri beğenmemezlik eder. Böyle olunca da kendi dergisini çıkarmayı daha mantıklı bulur.

Bunlara bir de şu eklenerilir: bağımsızlık/özgürlük adı altında kimse bağımlı olmama kaygısının olmasıdır. Bağımlılığın kölelik olduğunun bilincini taşıyanlar, kimseden emir almamak ve başkalarına hizmet etmemek adına rahat hareket etmek için kendi dergilerinin olmasını isterler. Tabii bu bir azınlıktır.

Tabii nedenler ne olursa olsun dergicilik ya da yazmak maliyetli bir iştir. Para hem de çok para gereklidir, yoksa bir sayıdan öteye gitmez dergi macerası. Filmdeki gençlerin yaşadığı zorluluklar ve dergi için çırpınmaları da gayet doğaldır. Tabii bu daha derinleştirilebilirdi. Filmin amacı şairlerin yaşadıklarına odaklanmaksa, bizde bu olmuyor tabii. Biz yan temaları severiz. Yan temalarla siyasi mesajları vermesek, film çekmenin manası olmaz. Filmin madencilere, aşka vb odaklanması bundadır…

Sinemanın başarısı insana ve topluma ayna olabilmesindendir. Seyirci kendi dünyasını ekranda gördükçe filmin değeri ve önemi o derece artar. Yönetmen siyasi, dini, ideolojik ve kültürel motiflerinden sıyrılarak evrensel insan temasını ya da toplumu içine alan öğelere temas edebilmişse filmin etkisi de o kadar artar. Bunun terside geçerlidir, yönetmen temsil ettiği dünya görüşünü filmine yansıtabilirse temsil ettiği çevre tarafından ödüllere boğulur. Bu ödül aslında iyi bir propaganda çalışmasının nişanesidir. İlki yarınlara, ikincisi yaşanan zamana hitap eder.

Kelebeğin Rüyası’nın yan temalarla algı oluşturmaya çalışması filmi ana temasından koparmış ve ana temanın, yan temalar arasında boğulmasına neden olmuştur. Bir mesaja odaklanma yerine çoklu mesaja odaklanmak filmin başarısını gölgelemiştir ve isteneni verememiştir.

Türkiye sinemasında siyasi mesajları sanatla bütünleştirememe sorunu veya yetersizliği vardır. Sosyal mesaj verme kaygısı sanatın önüne geçmektedir. Hâlbuki sosyal mesaj sanatla bütünleştirerek rahatlıkla verilebilir. Maymun iştahlılık sosyal/siyasi mesaj kaygısına dönüşünce filmin içine çok şey katılmaktadır. Böyle olunca film hem gereksiz yere uzuyor hem de verilmek istenenler tam verilememektedir. Sinemamız hala bir temaya odaklanmayı başaramamaktadır. Odaklanamamak dağınık içerikli filmlerin çekilmesine neden olmaktadır. Yönetmenlerin çok şey anlatma derdi, sanatı katletmektedir.

Kelebeğin Rüyası konusu itibariyle güzel ama sanatı kullanamamak adına yetersiz kalmıştır. Belden aşağı esprilerle beyazperdede yer edinen absürt filmlerden, aşk adı altında cinsellik kokan komedilerden birkaç gömlek daha iyi bir film olduğu tartışılmazdır.

 

Osman Tatlı

osmantatli@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  Unit 42: Dijital Parmak İzi Sanal yani ikinci bir hayat/yaşam mecrasının kapısını sonuna kadar açan internet artık bizim beşinci organım...