Kelebeğin
Rüyası: Yazmanın Değersizliği
Kelebeğin
Rüyası için cumhuriyet eleştirisi yapıldı denildi; maden ocakları işçilerine
yeterince yer verilmemiş diye eleştiri yapıldı. Sınıf farkının getirdiği
ilişkilerdeki uçurumlara vurgu yapıldı. Oyuncuların yeterli yetersizliği
tartışıldı. Hatta filmin süresi üzerinde polemiklere girildi. Ancak filmin ana
teması olan şairlik, yazarlık ve yazarların, şairlerin yaşadığı sorunlara, yalnızlıklarına,
yoksulluklarına, dışlanmışlıklarına, anlaşılmamalarına, emeklerinin göz ardı
edildiğine ve sahipsiz kalışlarına kimse değinmedi.
Filmin
teması olan bu konuya yazarlarda, eleştirmenlerde, seyircilerde değinmedi. Filmin
magazin tarafın dillendirilmesi kolay olduğundan görüşlerde bu eksende kaldı. Kalem
oynatan yazar ve eleştirmenlerin bile yazarların ve şairlerin yaşadıklarına
değinmemeleri de üzücüdür. Yeri gelince sorunlarına kimsenin değinmediğine,
emeklerinin görülmediğinden yakınırlar. Kendi kendine sahip çıkmayan
yazarların, zorda kalınca yardım taleplerinin karşılanmasını beklemek fazla
hayalperestlik olur. Yazarı en iyi bir yazar anlamalıdır düşüncesi de
geçerliliğini kaybetmiştir.
Yazmak
bir tutkudur. Sözcüklerin dünyasında gezinti yapma zevki tadanların bağımlılık
yaşadığı bir dünyadır. Hayallerin dünyasında yaşamanın hazını ancak yazarlar
anlar, hisseder. Yazmak farkındalıktır, duyguların canlılığına, renkliliğine
işarettir. Egodan sıyrılmış bir benliğin satırlar arasındaki gezintisi
erdemliliğin göstergesidir. Yazmak umudu diri tutmak ve umutla yarına
bakmaktır. Yazmak bir yaşamın amaca dönüşmesidir. Ondandır ki yazmanın önemini
ve gerekliliğini okumayan ve yazmayan anlamaz, hissedemez. Ondandır ki yazarlar
ve şairler bu toplumun yetim evladıdır; kimsesiz, yalnız ve yoksuldurlar.
Kelebeğin
Rüyasında değil kitap okumanın önemini kavramış bir halka, okumanın
gerekliliğini bilmeyen bir halka kamerasını çevirmiştir. İmkânsızlıklar içinde
okumaya, yazmaya çalışan gençlerin anlaşılamaması kadar doğal bir durum yoktur.
Halk ekmeğinin derdindedir, yoksulluğun içleri kararttığı bir zamandan
geçmektedir. Böyle bir halktan okumak, okutmak beklemek doğru değildir. Halk her
zaman kendini garantiye almak ister, riski sevmez. Kendi yaşantılarında hayatın
zorluluklarını tecrübe eden babalar da evlatlarının geleceğini garanti etmek
derdiyle hareket etmektedir. Görünen neden ben çok çektim, evladım çekmesindir.
Bu neden görünürde masum ve mantıklıdır. Babaların göremediği ise herkesin
yaşaması gerektiği bir hayatın olduğudur. Evlatlar babalarının yapamadığını yapmak,
babaların yarım bıraktığını tamamlamak ve kurulan düzeni devam ettirmek için
var değildirler. Her evladın hayattan beklentisi farklıdır, hayalleri ve
yaşamak istediği babaların istediği olmayabilir. Babalar buna pek tahammül edemez
ve evlatları anlama, destekleme yerine dışlamayı tercih ederler. Keşke sadece
babalar dışlasa maalesef yazarlıkta para yok diye herkes dışlamaktadır. Filmdeki
kahramanların yaşadıkları çevrede yer edinememeleri gibi.
Dergi
çıkarmak her şairin hayalidir, diyor gençlerin hocası. Peki, her şair, yazar
neden bir dergi çıkarmak ister, sorusunun cevabı sadece hayal değildir. Şartlar
şairlere ve yazarlara dergi çıkarmayı zorunlu hale getirir. Film bu şartların
nedeni üzerinde hiç durmamış, öylesine bir fanteziymiş gibi vurgulamış. Sorunun
birçok cevabı olmakla beraber, birkaç tanesinin üzerinde duralım, gizemin
altındaki çirkinliği de gün yüzüne çıkaralım.
Birinci
neden edebiyatı, şiiri tekeline alan yayınevi ve dergilerin Süleyman’nın
mührünü ellerine almasıdır ki şöyle kendi kurdukları/oluşturdukları şiir, yazı
anlayışına uymayanları kapı dışarı etmeleridir. Kendilerince edebiyat ve şiir
tarzına kendileri karar vermektedir. Eğer dergilerinde yazılarınızın,
şiirlerinizin yayınlanmasını istiyorsanız onların istediği içerikte ve üslupta
yazmanız gerekir, yoksa yazdıklarınız beş para etmez. Hayatta dergi de yazı ve
şiirleriniz yayınlamaz. Karar mekanizması onlardır. Neyin edebiyat neyin şiir
olduğuna onlar karar verir. Dergi onların, kararda onların dolaysıyla farklı
bir anlayışınız ve tarzınız varsa dergilerin kapısı yüzünüze kapanır,
istediğiniz kadar güzel yazın. Durum böyle olunca siz de kendi derginizi
çıkarmak zorunda kalırsınız. Maalesef bu ülkede yıllarca birkaç dergi edebiyata
şekil verdi, edebiyatın ölçüsü oldu. Böylece onlarca, yüzlerce yazan kabul
görmek için kendini bazı dergilerin kalıplarına uydurdu. Yaratıcılık ve
özgürlük edebiyatı istenen kalıplara uymanızla eşdeğer haline geldi. Birilerin
karar mekanizması olması edebiyatın gelişimini yavaşlatmıştır, çünkü dışarıda bırakılan
yüzlerce üretken dimağ yok olup gitmiştir. Yazdıklarının yetersizliği
düşüncesine kapılarak yazmayı bırakmıştır.
İkinci
bir neden ki birinci nedenle paraleldir. Aitlik duygusu, ego ve kendini
ispatlama/kanıtlama, statü/prestij kazanma hırsıdır. Her yazar, şair hep en
iyisi olduğunu ve kendisi dışındakileri beğenmemezlik eder. Böyle olunca da
kendi dergisini çıkarmayı daha mantıklı bulur.
Bunlara
bir de şu eklenerilir: bağımsızlık/özgürlük adı altında kimse bağımlı olmama
kaygısının olmasıdır. Bağımlılığın kölelik olduğunun bilincini taşıyanlar,
kimseden emir almamak ve başkalarına hizmet etmemek adına rahat hareket etmek
için kendi dergilerinin olmasını isterler. Tabii bu bir azınlıktır.
Tabii
nedenler ne olursa olsun dergicilik ya da yazmak maliyetli bir iştir. Para hem
de çok para gereklidir, yoksa bir sayıdan öteye gitmez dergi macerası. Filmdeki
gençlerin yaşadığı zorluluklar ve dergi için çırpınmaları da gayet doğaldır. Tabii
bu daha derinleştirilebilirdi. Filmin amacı şairlerin yaşadıklarına
odaklanmaksa, bizde bu olmuyor tabii. Biz yan temaları severiz. Yan temalarla
siyasi mesajları vermesek, film çekmenin manası olmaz. Filmin madencilere, aşka
vb odaklanması bundadır…
Sinemanın
başarısı insana ve topluma ayna olabilmesindendir. Seyirci kendi dünyasını
ekranda gördükçe filmin değeri ve önemi o derece artar. Yönetmen siyasi, dini,
ideolojik ve kültürel motiflerinden sıyrılarak evrensel insan temasını ya da
toplumu içine alan öğelere temas edebilmişse filmin etkisi de o kadar artar. Bunun
terside geçerlidir, yönetmen temsil ettiği dünya görüşünü filmine
yansıtabilirse temsil ettiği çevre tarafından ödüllere boğulur. Bu ödül aslında
iyi bir propaganda çalışmasının nişanesidir. İlki yarınlara, ikincisi yaşanan
zamana hitap eder.
Kelebeğin
Rüyası’nın yan temalarla algı oluşturmaya çalışması filmi ana temasından koparmış
ve ana temanın, yan temalar arasında boğulmasına neden olmuştur. Bir mesaja
odaklanma yerine çoklu mesaja odaklanmak filmin başarısını gölgelemiştir ve
isteneni verememiştir.
Türkiye
sinemasında siyasi mesajları sanatla bütünleştirememe sorunu veya yetersizliği
vardır. Sosyal mesaj verme kaygısı sanatın önüne geçmektedir. Hâlbuki sosyal
mesaj sanatla bütünleştirerek rahatlıkla verilebilir. Maymun iştahlılık
sosyal/siyasi mesaj kaygısına dönüşünce filmin içine çok şey katılmaktadır. Böyle
olunca film hem gereksiz yere uzuyor hem de verilmek istenenler tam
verilememektedir. Sinemamız hala bir temaya odaklanmayı başaramamaktadır. Odaklanamamak
dağınık içerikli filmlerin çekilmesine neden olmaktadır. Yönetmenlerin çok şey
anlatma derdi, sanatı katletmektedir.
Kelebeğin
Rüyası konusu itibariyle güzel ama sanatı kullanamamak adına yetersiz
kalmıştır. Belden aşağı esprilerle beyazperdede yer edinen absürt filmlerden,
aşk adı altında cinsellik kokan komedilerden birkaç gömlek daha iyi bir film
olduğu tartışılmazdır.
Osman
Tatlı
osmantatli@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder