1 Kasım 2020 Pazar

 


Barbarians: İhanet ve Sadakat Arasında Özgürlük Mücadelesi

 

“…Ne için savaşıyoruz? Geçmiş için savaşır kimi, kimi gelecek için; aşk içinde, onur içinde savaşırız. Zafer için savaşırız, özgürlüğümüz için savaşırız. Çocukları için savaşır kimi; kimi ise Tanrılar için savaşır.

 En önemli şey şu; ancak duygularımızı kontrol altında tutarsak kazanabiliriz… Ne uğruna savaşırsak savaşalım bedelini kanla öderiz.

Ölürken hepimiz hem suçlu hem de masumuz.

Her şey aksi gittiğinde tanrıların yardımına ihtiyaç duyarız.

... Ama en önemli şey düşmanının en büyük zayıflığını bilmek ve var gücünle o noktaya yüklenmektir.

Senin en büyük zayıflığın bana olan güvenindi.”

“Kendime soruyorum; “ Sen ne için savaşıyordun ve buna değer miydi? Seninkinden farklı bir hayat isteyebileceğimizi hiç anlamadın! İnançlarımızın, hislerimizi ve düşüncelerimizin farklı olabileceğini!” (Barbarians dizisinin 1. Sezonun “Savaş” bölümünden alıntı.)

Sadakat ve ihanetin kana bulandığı savaş meydanında babanın(?) şaşkın ve hayal kırıklığının arasında donuklaşan yüz ifadesi ile oğlunun(?) özgürlük için acımasızca sallanan kılıcının intikamla kana bulanan bakışların meydan okuyuşu arasındaki kararsızlığında hem suçluluğu hem masumiyetin yansıtan sahnesinde kendini savunma, karşıyı suçlama, yaptığına nedenler arama, anlamsızlığı sorgulama ve kişinin geldiği topraklara bağlılığını, babadan koparılan evlatları yetiştirenlere olan bağlılığın derecesini önümüze döken cümlelerin sıralanışındaki sahnelerin anlamlılığıyla bizi arada bırakan bir savaş sahnesi.

Savaşın varlığı bir sorgulamadır; dostlukların, ailenin, aşkın, ihanetin, toprağın gerekliliği ve önemi, özgürlüğün, köleliğin, ölümün, yaşamın, çocukluğun, geçmişin, geleceğin, sahip olmanın ve yitirilenlerin… Hayatı içine sığdıran her şeyin önümüze konulması ve kendimizden bir şeyler bulmasıdır. Değerlerin sorgulandığı ve yaşamın hatta insanın acımasızlığın bütün çıplağıyla önümüze konulmasıdır savaşlar. Savaşlar liderlerin işaretiyle yok edilen insanların tarihidir. Siyasilerin kararıyla alınan ama halkın ilgisiz/habersiz ve istemediği ölüm arenalarıdır.

Her dizi film savaşın kötülüğünü, getirdiği yıkımı ve masumiyetin yitirilişini bize yansıtırken bir yandan savaşın gerekliliğini de bize öğretir. Bu ikilem yaşamın gerçekliğinin bize ayna olmasıdır. Çünkü öldürün taraflar her zaman haklılıklarını dile getirirler. Karşılıklı çekilen silahlarda iki tarafta kendini haklı görür. Haklılıklarını da sağlam temellere dayandırırlar. Masumların öldürülmesinde bile haklılıklar var edilir. Kısacası öldüren kim olursa olsun kendine göre gerekçeleri vardır. Dolaysıyla merhamet ve vicdan kendisine yöneliktir. Karşıya karşı bu duygular beslenmez.

Dizinin sorguladığı ne için savaşıyoruz sorusunda dile getirilmeyen önemli bir kavram vardır: sömürgecilik. Sömürgecilik anlayışı kadim bir işgal gerekçesidir. Belki de insanların yerleşik/tarım hayatına geçişiyle varlığını ortaya çıkmıştır. İnsanlığın doğası gereği midir, başkasının emeğini elinde alma ve kendi bencilliği için kullanma? Yorulmadan, emek vermeden başkasının ihtiyacını elinde alıp aç bırakma anlayışı karşısında el koyan her zamanda bunu ihtiyaç fazlalığında yapar. Doyumsuzluğun esir aldığı benlikler, keyifleri için kan akıtmayı bir şehvet gösterisine dönüştürür.

Sömürgeciliğin bedeli her zaman kanla ödenir; işgali devam ettirmenin bedeli kan, işgalcileri kovmanın bedeli kan. Hatta buna işgalcilerin kovulmasından sonra kovanların rejimlerini kurma ve ayakta tutma adına kana başvurmaları bile eklenebilir. Başka bir ifade ile işgalcilerden sonra, işgalcilerin gitmesi için bedel ödeyenlerin birbirini kılıçtan geçirmesi yani kanın devam etmesidir. Çünkü işgalciler her zaman geride kendilerinden birilerini geride bırakırlar. Bırakılan da yerel biri olur.

Roman işgal ettiği bölgelerde varlığını kalıcılığını sürdürmek için barış adı altında lejyoner olarak yetiştirmek adına kabile reislerin çocuklarına el koyar. Bu çocukları yetiştirip topraklarına geri gönderip kabilenin başına geçmesini istemektedir. Böylece asker gücüne, savaşlara gerek kalmadan bölgeyi kontrolü altında tutacaktır. Roma’ya hayran ve Roma’nın gücünden korkan bir kabile reisi kendisiden istenen her şeyi yapacaktır. Bir de buna yaşadığı sürece kabile reisi olarak kalmakta eklendi mi Roma’nın sözünden çıkmayan kukla bir reisin yönettiği topraklar Roma’ya hizmet edecektir.

Bu politik devşirme yöntemi çoğu zaman başarılı olsa da bazen de başarısızlıklarda içerebilmektedir. Dizide Roma tarafından özel olarak devşirilen komutanın kendi özüne dönüşü gibi ters tepmelerde olabilmektedir.  Tabii bu durum Roma’nın gücüne güvenmesi ve politik beyin yıkamalarına olan aşırı güvenmesinin sonucudur. Roma’nın ve Roma’nın üzerinde sömürgecilerin halkların insanca taleplerinin olabileceğini kabullenmek istememelerinin bedelin kanla ödemesi önemli alt metin vurgusudur.

Başkaları tarafından büyütülen evlatlara birçok şey vat edilse de bir gün kendi topraklarına döndüklerinde kendilerine ait olanı bulacakları kaçınılmazdır. Dediğimiz gibi bu içinde topraklarına ihanet edecek evlatların olmayacağı anlamı da çıkarılmamalıdır.

Dizi tarihi gerçekliği kurgulasa da savaşın ve sömürgeciliğin acımasızlığı belli bir döneme ve tarihe özgü değildir. Savaşın ve sömürgeciliğin getirdikleri evrensel ve tarihseldir. Savaşı konu edinen tarihi dizi filmler işgal edilen topraklarda yaşayanların başına neler geldiğini ve geleceğini göstermesi açısından önemlidir. İkincisi de topraklarına ve halkına ihanet edenlerin resimlerini çekip bize göstermektedir. Bu iki gerçekliğin unutulmaması gerekir.

Dizinin dikkat çeken bir noktası da savaşın aşk için çıkmamış olmasıdır. Her şeyin aşka bağlandığı sinema sektöründe dizide aşk ele alınsa da savaş nedenin ve özgürlük mücadelesinin aşk üzerine kurulmamış. Özgürlüğün fitilini ateşleyen baskılar, zulümler ve keyfi vergilerin ağırlığı altında ezilen ve aç kalan halkın isyanıdır. Kendilerine ait olanı talep etmeleri ve ölümü göze almalarıdır. Belki sömürgecilerin unuttuğu ya da gözden kaçırdığı açlığın ölümden beter bir yaşam olduğudur.

Osman Tatlı

osmantatli@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  Unit 42: Dijital Parmak İzi Sanal yani ikinci bir hayat/yaşam mecrasının kapısını sonuna kadar açan internet artık bizim beşinci organım...