Barbarians:
İhanet ve Sadakat Arasında Özgürlük Mücadelesi
“…Ne
için savaşıyoruz? Geçmiş için savaşır kimi, kimi gelecek için; aşk içinde, onur
içinde savaşırız. Zafer için savaşırız, özgürlüğümüz için savaşırız. Çocukları
için savaşır kimi; kimi ise Tanrılar için savaşır.
En önemli şey şu; ancak duygularımızı kontrol
altında tutarsak kazanabiliriz… Ne uğruna savaşırsak savaşalım bedelini kanla
öderiz.
Ölürken
hepimiz hem suçlu hem de masumuz.
Her
şey aksi gittiğinde tanrıların yardımına ihtiyaç duyarız.
...
Ama en önemli şey düşmanının en büyük zayıflığını bilmek ve var gücünle o
noktaya yüklenmektir.
Senin
en büyük zayıflığın bana olan güvenindi.”
“Kendime soruyorum; “ Sen ne için
savaşıyordun ve buna değer miydi? Seninkinden farklı bir hayat isteyebileceğimizi
hiç anlamadın! İnançlarımızın, hislerimizi ve düşüncelerimizin farklı
olabileceğini!” (Barbarians dizisinin 1. Sezonun “Savaş”
bölümünden alıntı.)
Sadakat
ve ihanetin kana bulandığı savaş meydanında babanın(?) şaşkın ve hayal
kırıklığının arasında donuklaşan yüz ifadesi ile oğlunun(?) özgürlük için
acımasızca sallanan kılıcının intikamla kana bulanan bakışların meydan okuyuşu
arasındaki kararsızlığında hem suçluluğu hem masumiyetin yansıtan sahnesinde
kendini savunma, karşıyı suçlama, yaptığına nedenler arama, anlamsızlığı
sorgulama ve kişinin geldiği topraklara bağlılığını, babadan koparılan
evlatları yetiştirenlere olan bağlılığın derecesini önümüze döken cümlelerin
sıralanışındaki sahnelerin anlamlılığıyla bizi arada bırakan bir savaş sahnesi.
Savaşın
varlığı bir sorgulamadır; dostlukların, ailenin, aşkın, ihanetin, toprağın
gerekliliği ve önemi, özgürlüğün, köleliğin, ölümün, yaşamın, çocukluğun,
geçmişin, geleceğin, sahip olmanın ve yitirilenlerin… Hayatı içine sığdıran her
şeyin önümüze konulması ve kendimizden bir şeyler bulmasıdır. Değerlerin
sorgulandığı ve yaşamın hatta insanın acımasızlığın bütün çıplağıyla önümüze
konulmasıdır savaşlar. Savaşlar liderlerin işaretiyle yok edilen insanların
tarihidir. Siyasilerin kararıyla alınan ama halkın ilgisiz/habersiz ve
istemediği ölüm arenalarıdır.
Her
dizi film savaşın kötülüğünü, getirdiği yıkımı ve masumiyetin yitirilişini bize
yansıtırken bir yandan savaşın gerekliliğini de bize öğretir. Bu ikilem yaşamın
gerçekliğinin bize ayna olmasıdır. Çünkü öldürün taraflar her zaman
haklılıklarını dile getirirler. Karşılıklı çekilen silahlarda iki tarafta
kendini haklı görür. Haklılıklarını da sağlam temellere dayandırırlar.
Masumların öldürülmesinde bile haklılıklar var edilir. Kısacası öldüren kim
olursa olsun kendine göre gerekçeleri vardır. Dolaysıyla merhamet ve vicdan
kendisine yöneliktir. Karşıya karşı bu duygular beslenmez.
Dizinin
sorguladığı ne için savaşıyoruz sorusunda dile getirilmeyen önemli bir kavram
vardır: sömürgecilik. Sömürgecilik anlayışı kadim bir işgal gerekçesidir. Belki
de insanların yerleşik/tarım hayatına geçişiyle varlığını ortaya çıkmıştır.
İnsanlığın doğası gereği midir, başkasının emeğini elinde alma ve kendi
bencilliği için kullanma? Yorulmadan, emek vermeden başkasının ihtiyacını
elinde alıp aç bırakma anlayışı karşısında el koyan her zamanda bunu ihtiyaç
fazlalığında yapar. Doyumsuzluğun esir aldığı benlikler, keyifleri için kan
akıtmayı bir şehvet gösterisine dönüştürür.
Sömürgeciliğin
bedeli her zaman kanla ödenir; işgali devam ettirmenin bedeli kan, işgalcileri
kovmanın bedeli kan. Hatta buna işgalcilerin kovulmasından sonra kovanların
rejimlerini kurma ve ayakta tutma adına kana başvurmaları bile eklenebilir. Başka
bir ifade ile işgalcilerden sonra, işgalcilerin gitmesi için bedel ödeyenlerin
birbirini kılıçtan geçirmesi yani kanın devam etmesidir. Çünkü işgalciler her
zaman geride kendilerinden birilerini geride bırakırlar. Bırakılan da yerel
biri olur.
Roman
işgal ettiği bölgelerde varlığını kalıcılığını sürdürmek için barış adı altında
lejyoner olarak yetiştirmek adına kabile reislerin çocuklarına el koyar. Bu çocukları
yetiştirip topraklarına geri gönderip kabilenin başına geçmesini istemektedir. Böylece
asker gücüne, savaşlara gerek kalmadan bölgeyi kontrolü altında tutacaktır. Roma’ya
hayran ve Roma’nın gücünden korkan bir kabile reisi kendisiden istenen her şeyi
yapacaktır. Bir de buna yaşadığı sürece kabile reisi olarak kalmakta eklendi mi
Roma’nın sözünden çıkmayan kukla bir reisin yönettiği topraklar Roma’ya hizmet
edecektir.
Bu
politik devşirme yöntemi çoğu zaman başarılı olsa da bazen de başarısızlıklarda
içerebilmektedir. Dizide Roma tarafından özel olarak devşirilen komutanın kendi
özüne dönüşü gibi ters tepmelerde olabilmektedir. Tabii bu durum Roma’nın gücüne güvenmesi ve
politik beyin yıkamalarına olan aşırı güvenmesinin sonucudur. Roma’nın ve Roma’nın
üzerinde sömürgecilerin halkların insanca taleplerinin olabileceğini
kabullenmek istememelerinin bedelin kanla ödemesi önemli alt metin vurgusudur.
Başkaları
tarafından büyütülen evlatlara birçok şey vat edilse de bir gün kendi
topraklarına döndüklerinde kendilerine ait olanı bulacakları kaçınılmazdır. Dediğimiz
gibi bu içinde topraklarına ihanet edecek evlatların olmayacağı anlamı da
çıkarılmamalıdır.
Dizi
tarihi gerçekliği kurgulasa da savaşın ve sömürgeciliğin acımasızlığı belli bir
döneme ve tarihe özgü değildir. Savaşın ve sömürgeciliğin getirdikleri evrensel
ve tarihseldir. Savaşı konu edinen tarihi dizi filmler işgal edilen topraklarda
yaşayanların başına neler geldiğini ve geleceğini göstermesi açısından
önemlidir. İkincisi de topraklarına ve halkına ihanet edenlerin resimlerini
çekip bize göstermektedir. Bu iki gerçekliğin unutulmaması gerekir.
Dizinin
dikkat çeken bir noktası da savaşın aşk için çıkmamış olmasıdır. Her şeyin aşka
bağlandığı sinema sektöründe dizide aşk ele alınsa da savaş nedenin ve özgürlük
mücadelesinin aşk üzerine kurulmamış. Özgürlüğün fitilini ateşleyen baskılar,
zulümler ve keyfi vergilerin ağırlığı altında ezilen ve aç kalan halkın
isyanıdır. Kendilerine ait olanı talep etmeleri ve ölümü göze almalarıdır. Belki
sömürgecilerin unuttuğu ya da gözden kaçırdığı açlığın ölümden beter bir yaşam
olduğudur.
Osman
Tatlı
osmantatli@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder