2 Şubat 2019 Cumartesi

O Sen Değildi!


O Sen Değildi!
“Karın nasıl biriydi?”

“Çok iyi bir insandı. Bana düşkündü. Kusursuzdu…”

“Peki, neden ayrıldın?”

“O, sen değildi ki…”

O sırada kadının kocası içeri girer. Kızgınlık ve şaşkınlık içeren bir tonla “ooo! Söyle de bize taşınsın. Zaten on iki yıldır bizimle yaşıyor. Ben uyumaya gidiyorum.” Sessizlik. İki bakış merdivenlerden hızla yukarı çıkan adama kilitlenir. Ama yürekleri alev yeridir. Sessizlik çaresizliğin çığlığıdır. Bakışlar gecikmişliğin hüznü ile doludur.

“Giderken, neden benimle gel demedin?” der kadın.

“Geleceğine inanmıyordum. Nişanlıydın.”

“Çok ağır ve yavaştın. Kaybettin.”

Adamın yüreğine ok saplanmışçasına kadının yüzüne bakar. Bakışları, kalbindeki gecikmişliğin acısıyla renk değiştirir. Hüzün ve acımsı bir sesle “Artık gitmeliyim!” Kadın, ağır, sessiz adımlarla bahçenin kapısına doğru giden adamın ardından baka kalır. Adam, gözden kaybolana kadar ardından bakar. İsteksiz bir şekilde kapıyı kapatır, kalbi giden adamla giderken, bedeni merdivenleri tırmanır.
Birbirine ait ama zamanında bunu anlayamamış iki ruhun yürekleri dağlayan ve insanı dünyadan koparıp, başka boyuta taşıdığı filmin sahnesi karşısında durgunlaşan, kelimeleri boğazına düğümlenen, gecikmişliğiyle kaybedenler listesine dâhil olan, kendi gerçeğini bir daha kendisine hatırlatan filmi durdurup, alt üst olmuş bir halde mutfaktan çayını aldı. Kışın amansız esen rüzgârına aldırış etmeden pencereyi açtı ve duvara yaslandı. Gökyüzünün uçsuz bucaksız ve tanımsız yüzüne baktı. Gözleri doldu. Geçmişin tatlı anıları, bugünün hüznü arasında kayboldu. Kaybetmenin acısı, geçmişin güzel anılarına izin vermediğini fark etti. Sadece daldı. Neye daldığını bilmeden, durgun bir ruh haliyle bir süre daha anlamsız gibi gelen ama içi çığlıklarla dolu bakışlarla gözünü kırpmadan dışarıya bakmaya devam etti. Gözünü kırpmaya korktu. Gözlerinin yaşlarla dolmasını istemedi.

Kader, kısmet ve tercih demişti, giden kadın kendi tercihlerini düşünmeden, suçlarcasına. Film karesinde de erkek suçlanmıştı. Erkeğin elleri arasında kayıp etmesine, göz yummasına ve erkeğin gitmemesi için yapılmasını yapmadan, giden erkeği suçlamak kadının doğasında olsa gerek, diye düşündü. Suçlamak ne kadar kolay değil mi? Bütün sorumluluğu erkeğin omzuna yüklemek ve erkeği bununla bir ömür suçluluk psikolojisiyle yaşamasına izin vermek. “Dur!” demek, neden kadına zor gelir ki. Kendisine ait olanın gitmesinin neresi kadınlık onurudur bilinmez dedi, elindeki soğuk çayı yudumlarken. Kaybeden sadece erkek değildi, düşüncesiyle mutfaktan odasına yöneldi.

Masanın başında durdurulmuş filme baktı. Yarasına basan filmin devamını merak etmesine rağmen eli başlama düşüne gitmedi. Arkasına yaslandı. Filmdeki adamın yedi boyunca sevmediği ama kendisini seven kadınla yaşayışını ve on iki yıldır kalbi sevdiği adamla yaşayan kadının ruh halini anlamaya çalıştı. Bu nasıl bir ıstırap, nasıl bir ceza idi. Hayatın bundan acımasız bir gazabı olabilir miydi? Aralıksız acı çeken bir ruhun hayatta ki amacı ne olabilirdi ki? Yaşamak istenmeyen bir hayatı yaşama zorunluluğu neyin hakikati?

Hakikat, yaşamın gizemine işaret ededursun. Ekrandaki hüzünlü ve pişman kadın erkeğin hakikati sevginin sırrını çözmüş olmaları olsa gerek. Sönmek bilmeyen, sürekli başkası için atan bir kalp, sürekli uzaklardakini düşünen bir zihin her şeye rağmen sevgiden ödün vermeyişleri başka ne ile açıklanabilir. Yaşamın değerini farkına varmak, ellerindeki hayatın bilincine varmak geriye kalan.
Seyircinin hoşuna giden, iki tarafında suçlu aramamaları idi. Ortada bir sevgi vardı. Bu yeterli idi ikisi için. Ve bunun iki taraf içinde bilinmesi hüzünlü iki ruha sükûnet veriyordu. Kabullene bilmek ne önemli bir erdemlilik ve mutluluk diye düşünen seyirci başlama tuşuna bastı. Adamla kadının konuşmasındaki önemli noktayı fark etmişti. İkisi de birbirini sevdiğini biliyordu ve bundan şüpheleri yoktu. Bu ikisine de yetiyordu. Bahaneler ardına ya da kelime oyunlarına girmemişlerdi. Farklı bir hayatları vardı ama birbirlerine ait olduklarının bilmenin huzurunu yaşıyorlardı. Hüznün ardında bu gizli mutluluk vardı.

Sorun ne kaderdi ne de tercihti. Önemli olan farkındalık sonrasında gelenin değerini bilebilmekte diye düşündü seyirci. Acının tüketmeyişi ancak farkındalık sonrası tesellilerde gizliydi. Her şeye rağmen suskunluk devam ediyorsa, yüreği yangın yerine dönüştürendir. Seyirci, ikilinin cesurca suskunluğunu bozan konuşmalarının ortaya çıkaran heyecanıyla arkasına yaslanıp, hüzünlenme yerine kendisinde oluşmuş olan farkındalıkla filme devam etti.

Osman Tatlı
osmantatli@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  Unit 42: Dijital Parmak İzi Sanal yani ikinci bir hayat/yaşam mecrasının kapısını sonuna kadar açan internet artık bizim beşinci organım...